Sevgili kardeşlerim? Uzun bir süredir muhabbet edemiyorduk sizlerle. Afiyettesinizdir inşallah!
Türkiye’nin çok çetin günlerden geçtiği, son demokrasi umutlarının da tamamen tarumar olduğu, hukuk-adalet gibi kavramların diktatörlükler düzeyinde temsil edilen boyutlara indirgendiği, hırslarından, arsızlıklarından ve güçlerinden korkulan hırsızların-yolsuzların lider olarak baştacı edildikleri, masum insanların mallarına el konulup terörist olarak afişe edildikleri acınası, talihsiz bir zaman diliminin içinden geçiyoruz ne yazık ki!
İşte böyle bir süreçte her yönüyle dibe vurmuş bir ülkede mağdur edildiği ve zulme uğratıldığı halde hala ‘eleştiri’ sahnesine oturtulan tek, ama, tek oluşum gene de Hizmet Hareketi oluyor nedense!
Bunun sosyo-psikolojik boyutlarını sonraki bir yazıya bırakıp devam edieyim. Çünkü sizlere aslında benim ne kadar da rikkatli ama bir o kadar da dikkatli bir eleştirmen olduğumu anlatmak için yazıyorum bu yazıyı. Küçüklüğüm İstanbul Boğazı’nın ara sokaklarında, varoşlarında hayatla mücadele ederek, değişik insan psikolojileri ile güreş yaparak geçti. Sistemsiz çalışan bir devlet aygıtının tüm çarklarının çıkardığı gıcırtıları da duyan ve bunu bir ozan gibi eleştiri sazlarıyla dile getiren karakterim, her şeyi ve herkesi eleştirel bir gözle irdeleme kabiliyetim daha o yaşlarda teşekkül etmeye başlamıştı. Üniversite yıllarına gelip din-diyanet de öğrenince artık kendimi ve kendi Müslümanlık anlayışımı bile eleştirip hep daha iyiye ulaşmaya çalıştığım da olmuştur hani. Yaş ilerledikçe artan tecrübeler, yurt dışında doktoralar, Batı kültürü içinde edindiğimiz bilgi ve deneyimler derken eleştiri oklarımız bir hayli sivrileşti tabi… Hedefleri de daha iyi vurur hale geldik doğal olarak!
O çocukluk günlerimde halk arasında kullanımı çok revaçta olan bir ifade vardı. Bir hususu ifade ederken cümlelerimizin başına; duygularımıza, düşüncelerimize birazcıkta abartı katmak maksadıyla, ‘’çok pis’’ ifadesini eklerdik. ‘Çok pis yemek yaparım!’, ‘çok pis tavla oynarım!’, ‘çok pis gol atarım!’ ve daha neler neler!… Bunu yaparken o şişirdiğimiz abartı balonları içerisine birazcık da kendini beğenmişlik havası üflediğimiz olurdu tabi!
Bu ifadeyi ödünç alarak ben de buraya kadar yazdıklarımı bağlamak maksadıyla, ‘çok pis eleştiri yaparım!’ diyerek yazıma devam edeceğim.
Yurt dışımda bulunduğum yıllarda Hizmet içinde kalitenin artması ve sistem-model gelişmesi endeksli eleştiriler yaptığımı, fikirler beyan edip, projeler geliştirdiğimi ve bunu ilgili bazı kişilerle çekinmeden paylaştığımı beni tanıyanlar iyi bilirler. Hatta sonradan İhsan Yılmaz hoca liderliğindeki Hizmet’e ait think thank’in de içine dahil olmuş, yazdığım bir rapor ile daha sistemli gayretlerin parçası olmaya başlamıştım ki çok kısa bir süre sonra zalim Erdoğan tarafından kapatılmıştık.
Neyse Efendim! Konumuza dönelim.
Çocukluk ve gençlik yıllarımda Türkiye bizim tek dünyamızdı. Zaten bize bizden başka dost da yoktu! Yıllar geçti ve yurtdışına savrulduk. Tam 16 yıldırda buralardayız. Artık dünyaya buradan, Amerika’dan, bakıyoruz. Bakış açılarımız değişti. Sadece değişmekle de kalmadı; üstelik daha geniş bir açı ve netlik de kazandı. Dertlerimiz, üzüntü kaynaklarımız, ideallerimiz kısacası her şey değişmeye, çeşitlilik kazanmaya başladı. Eskiden Ayşe’nin, Mehmet’in haline üzülmek yetmiyormuş gibi artık Michael’ın, Jennifer’ın, Roberto’nun dertleri, imanları, içine sıkışıp kaldıkları çıkmazlar da zihinlerimizi meşgul etmeye başladı.
Etrafıma ve hadiselere şöylece bir bakıyorum:
Yıllar önce Amerikalı dostlara ‘aslında hepimiz modern birer köleyiz!’ derken ne kadar da haklıymışım. Materyalist sistemin acımasız çarkları arasında tıpkı modern köleler gibi çalışıyoruz. Tüketim çılgınlığına, zaman israfına, insan harcamaya, vicdan köreltmeye dönük çıldırtıcı bir kısır döngünün içine hapsedilmiş gibiyiz adeta. Sisteme para kazandırdığımız, verim ürettiğimiz, tükettiğimiz, eleştirmediğimiz hatta idrak etmediğimiz sürece değer görüyoruz. Hepimiz kendimizi bu sistemin değerleri, kuralları, gereksinimleri nisbetinde ölçüp biçiyoruz. İman-Allah yörüngeli ‘yaşayanlarımız’ bile kendimizi Allah sevgisi, hak, adalet, hakikat temelli değil de; sistemde başarılı olmanın yolları nelerdir şeklindeki anlayışların ışığı altında şekillendiriyoruz. Öyle olunca da refah, makam ve itibar kapılarının önünde zalimlerin, güç sahiplerinin peşine bizler de takılıp gidebiliyoruz çoğunlukla. Dünyevileşme, tembellik, tenperverlik hepimizin içine sirayet etmiş durumda.
Tüm bu kermekeşin içinde etrafıma bakıyorum eleştiri dürbünümle.
21. yüzyıla muazzam bir gelir ve kaynak birikimi, ilmi ve teknolojik gelişmeler, düşünce yapısında yaşanan tekamüllerle girmiş olsak da hala milyarlarca insan aramızda açlık ve hastalık sınırının altında yaşıyor. Gelir dağılımının en adaletsiz bir şekilde dağıldığı çağdayız belkide. Çıkan savaşların neden çıktığının, ortalıkta mantar gibi bitirilen terör örgütlerinin amaçlarının ne olduğunun, gelişmiş demokrasilere rağmen dünyanın belli bölgelerinde zalim diktatörlüklerin neden desteklendiklerinin bilinmediği dönemler bunlar. Ben, küçük ve karanlık odamda bu yazıyı yazarken, dünyanın başka yerlerinde ve belki de yaşadığım şehirde toplamda milyonlarca insan açlıktan, hastalıklardan ölüyor, türlü türlü sıkıntılar altında inleyip duruyor. Binlercesi intihar ediyor. Daha fazlası da öldürülüyor ve tecavüzlere uğruyor.
‘Medeni’ Batı ülkelerinde ve ‘İslami’ ülkelerde bile onbinlerce kadın ve genç kız iğrenç suç trafiklerinin kurbanı oluyorlar. Yine Afrika kıtasının neredeyse tümünde, Suriye’de, Türkiye’de, Filistin’de şurda burda on binlerce insan kendi insanlarının zulmünden kaçarken ya nehirlerde boğuluyor ya da tacirlerin kurbanları oluyorlar. Afrika’da sadece kaçak göç yollarında tecavüze uğrayan kadın sayısı bile utandırmıyor kimseyi veya IŞID gibi grupların tecavüz ettikleri, köle pazarlarında sattıkları binlerce kadının varlığı. Veya mağduriyetleri suistimal edilerek Türkiye ve daha bilmem hangi ‘İslam’ ülkesinde evlere ikinci kuma olarak sokulan çocuk yaşta ‘kadınları’. Pakistanda, Hindistanda, Türkiye’de ve daha nerelerde yaşayan gözleri yaşlı çocuk gelinleri.
İnsanların, çocukların, bizden olmayanların açlıktan, zulümden ölmesinden de, tecavüze uğramasından da rahatsız olmuyor günümüz insanlığı. Ne, kadın hakları konusunda çok ‘hassas’ olan Batılı kadın hakları örgütleri rahatsızlık duyuyor; göç yollarında, hapishanelerde inleyen kadınların inlemelerinden, ne de Batılı veya gelişmiş ülkelerin insan hakları örgütleri harekete geçiyor zulme maruz kalmış milyonlarca insanın varlığı karşısında…
İnsanlık hem maddi hem de manevi bir saldırı altında adeta. Hem de sistemli ve azmış bir saldırı bu…
Bizleri Allah’a, imana yakınlaştıracak yolların hepsine taşlar döşenmiş. Bizi o yoldan alıkoyacak alternatif yollarsa en cazibeli şeylerle sistemli bir şekilde Kapitalizmin çarkları yardımıyla süslenmiş. Reklamlar, filmler, İnternet vs. derken her şey dikkatimizi şehevi olana çevirmeye çalışıyor. Kadın vücudu, ihtiraslar, hırslar, lüks, israf, şatafat, itibar, güç; hepsi bir arzu, bir hedef haline getirilmiş durumda. Hepsi birer tüketim aracı konumundalar ve imanın-insanın özüne sürekli ve sistemli şekilde darbeler indiriyorlar. Vicdan, iz’an, idrak felç olmuş durumda… İnsanlık insanlığını kaybediyor, vicdan ölüyor!
Sadece insanlığımız mı! Yediklerimiz, içtiklerimiz, ilaçlarımız vs. her şey doğamıza aykırı çalışan bir sinsi bir düşman olmuş adeta. Sürekli radyasyona maruz bırakılan, kaynakları sorumsuzca tüketilen, dengeleri yıpratılan bir gezegende, sadece insanlığımız değil yiyeceklerimiz bile yapaylaşmış, özünü-fıtratını kaybetmiş durumda. Onbinlerce çeşit yapay gıdalarla, kimyasallarla, tatlandırıcılarla, koruyucu maddelerle, genetikleriyle oynanmış tohumlarla, hem de medeni, ‘hukuk’ devletlerinin gözleri önünde saldırıya maruz kalıyor insanlık. Bunların neticesinde de türlü türlü hastalıklar, kanserler, alerjiler, sinir hastalıkları, karakter bozuklukları vb. sorunlarla boğuşmak zorunda kalan, acı çeken insanlık…
Özele mi inelim biraz da! Ülkedeki ilerlemenin önündeki en büyük engel olan Ergenekon gibi devlet görünümlü çete oluşumlarının yıllardır işledikleri cinayetler, asit kuyularına atılan canlar, türlü türlü algı operasyonları, halkı kamplaştırmalar, darbe balyozları… ve bunları bildikleri ve sürekli olarak liberal, aydın, gazeteci, ilim adamı, medeni, çağdaş geçindikleri halde güçten korktukları veya bir şekilde o güce angaje oldukları için seslerini çıkarmayan, çıkartamayan, ama görüntüyü ve imajı da bozmamaya çalışarak, sadece zayıfa, düşene salvo vurmaktan, eleştirmekten haz duyan, öğütler veren kibirli Türk entelijansiyası…
Efendim! Gördüğünüz gibi bizim eleştiri dürbünüyle etrafa baktıkça iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Gördünüz mü! Cemaat eleştirisi demiştik, ama konuyu dağıtıp nerelere kadar geldik. Yoksa ne güzel Cemaat biraz siyasete yanaşmış, bazı abiler iştişareye ehemmiyet vermemeye başlamış, eleştirilere kapalı kalmış, şeffafiyet tam becerilememiş, Excelcilik almış başını gitmiş vs. vs. diyecektik…
Şimdi farkettim ki aslında etrafımızda dikkat kabartmamız gereken ne kadar da büyük maddi-imani sorunlar varmış. İnsanlık nasıl bir sorunlar bataklığının içine düşmüş çırpınıp duruyormuş. Acaba bizler, yani kendine aydın, gazeteci, entel, ilim adamı, akademisyen vs. diyenlerimiz, Türkiye derken, Erdoğan derken, Cemaat derken eleştiri dürbününün tersiyle mi bakıyoruz olaylara sadece küçük bir alana odaklanarak. Uzakları yakınlaştırıp daha önemli hadiselere daha yakından bakıp analizler yapmak ve onlara çözümler üretmek adına gayretlerin içine girmek varken, dünya aydını olmak varken, dürbünü ters çevirip çok daha ufak meselelerin, eleştirilerin girdabında kendimizi, zamanımızı tüketiyor muyuz dersiniz.
Acaba artık okumuş bir Türkiye insanı olupta hala Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını merak ederken, kahvehane muhabbeti edasıyla, istisnaları tenzih ederek, Hizmet Hareketi gibi küçük bir gruba nizam vermeye çalışırken, onu sanki Türkiye’de yanlış giden her şeyin sorumlusu imiş gibi eleştirilerle boğmaya çalışırken enerji mi israf ediyoruz dersiniz.
Acaba artık son yüz yıldır, yaşadığı topluma ve insanına yukarıdan bakan, birkaç istisnası dışında, dünya çapında kabul gören hiçbir değer, model, sistem, fikir, ilim, teknoloji, hareket geliştirememiş olan Türk tipi aydın modelinden çıkıp bu yazıda resmetmeye çalıştığım daha büyük çaptaki dünyaya, insanlığa ait maddi-manevi sorunların çözümüne katkıda bulunan bir gazeteci, ilim adamı, aydın, entel modeli, hedefi, gayreti üzerine mi yoğunlaşsak!
İnsanlığa ve, eğer gerçekten dindarsak, Allah’a, karşı asıl böyle bir sorumluluğumuz var mıdır acaba!
Yoksa tüm enerjimizi Türkiye üzerine veya Hizmet eleştirisi üzerine teksif ederken acaba Erdoğan gibi ilim düşmanı cahil adamların gündemlerine ve hırslarına, Ergenekon gibi fitne ocaklarının sürekli düşman üretme, birbirinin ümidini kırıp, tenkid ettirme, uzaklaştırma hazlarının, farkında olmadan, içine mi çekiliyoruz ki!
Dünya vatandaşı, dünya aydını, dünya gazetecisi olmak varken, Türkiye gündemi veya Hizmet Hareketi eleştirisi üzerine belki de gereğinden fazla enerji sarfederek kendi potansiyelimize, geleceğimize, mesleğimize, ideallerimize, ufkumuza zarar mı vermiş oluyoruz! Hani bazen; o Cemaat eleştirisi konusunda bazı insanlarda-gruplarda öyle sistematik bir ısrar görüyorum ki, acaba bu yazıda çerçevesini çizdigim çok daha büyük sorunların çözümü adına faydalı faaliyetler üretebilecek, sistem geliştirebilecek tek oluşumu Hizmet Hareketi olarak görüyorlarda, o yüzden de eleştirilerimizle onu daha fonksiyonel bir hale getirelim ki insanlığın nefes alabileceği bir zemin oluşsun diye mi düşünüyorlar acaba diye düşünmeden edemiyorum!
Neyse Efendim! Yazı içinde geçen kendini beğenme gibi görülebilecek bazı ifadelerimin hiciv sanatı kaynaklı olduğunu belirterek, ne olur ne olmaz, bitireyim sözlerimi. Sizler de bu yazıda işaret ettiğim sorularla zihninizi, benim sürekli yaptığım gibi, meşgul etmeye devam ediniz kıymetli dostlarım benim! Ayrıca, benim geçen gün yaptığım gibi; zulümden kaçıp artık Amerika’da yaşadıkları halde hala Fenerbahçe-Galatasaray gündemi tartışan bir grup genci usülünce azarladığım gibi yapınız sizler de. Sağlıcakla kalınız!
Tüm yazılar için blog: http://akliselim.blogspot.com veya http://www.yeniyon24.com/author/ugur-tezcan/
Twitter: https://twitter.com/ugur_tezcan
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...