Türkiye’de dikkati çeken bir süreç yaşanıyor. Şöyle ki;

Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal, Hava Harp Okulu’nun yeni eğitim-öğretim dönemi açılış konuşmasında PKK’ya yönelik yapılan operasyonlar ile ilgili bilgiler de verdi. Yaptığı açıklamada tespit edilen 1.200 hedefin tamamının vurulduğunu söyledi. Hatta ve haklı olarak birazda övünerek bu isabet oranının NATO ölçeğinde ancak %85’i bulduğunu ifade etti. Başarının gerekçesi olarak da kendi istihbarat ağlarını ve analistçilerini gösterdi.

Yine Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek’in haberine göre; Genelkurmay bazı kentlerde ortaya çıkan fiili durumun son bulması konusunda şehir merkezlerindeki operasyonlara katılmak istemiyor. Asker ve vatandaşın karşı karşıya gelmesini doğru bulmayan asker, bu meselede polis ve jandarmanın ön planda olmasına vurgu yapıyor. Hatta başka bazı kaynaklar bu görüşlerin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a ait olduğunu belirtiyorlar.

Askeri cenahta bu gelişmeler olurken hükümet kanadı başka bir minvalde hareket ediyor. Onun gündemi devlet politikalarından daha ziyade 1 Kasım seçimlerine endeksli. Alacağı oy oranı ile bir şekilde iktidarını devam ettirmenin hesaplarını yapıyor. Bunun için ise kendi seçmen kitlesini diri tutmak amacıyla hala algı yönetimi oyunları oynamaktan beri durmuyor. Bu stratejisini bozacak en önemli etken olarak da bağımsız medyayı gördüğü için mesaisinin büyük bir bölümünü bu alana ayırmış durumda. Bütün demokratik teamüllerin dışına çıkma pahasına.

Başlangıçta ifade ettiğim üzere Türkiye’nin çelişik durumu tam bu noktada kendisini belli ediyor. Gerek Hava Kuvvetleri Komutanı’nın açıklamaları ve gerekse de genelkurmayın askeri şehirlere sokarak vatandaşlar ile karşı karşıya gelmemek istememesi taraflar arasındaki fikir ayrılıklarınız bariz yansımaları. Diğer taraftan içinde eleştiri ve tepki de barındırıyor.

Mesela; Türkiye’de terörün bugünlere gelmesindeki en büyük neden çözüm sürecinde ortaya çıkan ciddi ihmaller. Hatta istihbarat gediği. Tam bu noktada Hava kuvvetleri komutanının operasyonlardaki başarı da istihbarat ve analist birimlerini ön plana çıkarması devlet değil de hükümet politikalarına entegre olmuş MİT’e yönelik bir eleştiri mahiyetinde.

Aynı şekilde askerin şehirlere girmek istememesi çözüm sürecinin geldiği noktada siyasi başarısızlığının bedelini ödemek istememek ile ilgili. Kendilerine göre de haklılar. Çünkü geçmişte birkaç defa meseleyi dillendirmişler ve bahsi geçen sürecin ayrıntılarından tamamen haberdar olmadıklarını kamuoyu ile paylaşmışlardı. Kontrollerinde olmadıkları bir sürecin bedelini halk ile karşı karşıya gelerek ödemek yani aslında günah keçisi olmak istemiyorlar.

Suriye politikasında da hükümetin dümen suyunda hareket etmemeye özen gösteriyorlar.

Bütün bunları birleştirdiğimizde ortaya çıkan sonuç, askeri hiyerarşi ile siyasi irade arasında- aslında NATO konsepti ile Ulusalcı İslamcılar arasında- görüş ayrılıklarından kaynaklanan bir bilek güreşinin yapıldığı yönünde.

Kafa karıştırıcı durum ise şu; bazı siyasilerin Rusya uçaklarının hava sahamızı ihlali ile ilgili yaptığı açıklamalarda – ki en son Yalçın Akdoğan’da bu sürece katıldı- TSK’yı zor durumda bırakacak enteresan bir “kışkırtıcı dil” kullanmaları.