Bundan önceki iki yazıda CHP’nin 1950 seçimlerinden 2015 tarihine kadar aldığı oy oranları ve sağ seçmenin bu partiyi algılayış biçimi üzerinde durmaya çalıştım.

Temel tezim şu; CHP’nin sağ seçmen ile ontolojik bir ilişki sorunu var. Sorunun kaynağı iki yönlü.  Bir tarafından kadim CHP diğer tarafında ise sağ seçmen duruyor. Kadim yani Kemalist CHP 1923’teki kuruluş felsefesi, devlet algısı ve sosyoloji ile kurduğu ilişki biçimi açısından Jakobenist bir hareket idi. Comte pozitivizminin ete kemiğe bürünmüş hali olarak Türk siyasi hareketine dâhil oldu ve sosyal kontratın temelini oluşturan devletin kutsanması halini hayata geçirmeyi denedi. Mümtaz Turhan’ın Kültür Değişimleri isimli çalışmasında “cebri kültür değişimi” olarak izah etmeye çalıştığı durum Halk Partisi’nin bizzat yaptığı şey idi. Yani kendi doğrusunu aydın-bürokrat ve silahlı kuvvetler üçgeninde oluşturduğu ağırlık sıkleti ile tabana doğru yaymak, zor kullanarak kabul ettirmek.

Evet, belki Osmanlı toplum ve devlet paradigması bir değişime ya da ceditçiliğe ihtiyaç duyuyordu. Çünkü Batı ile olan rekabet gücünü kaybetmiş ve uluslar arası arenada denge unsuru olma özelliğini kaybetmişti. Yine evet bilim, kültür, sanat, ekonomi ve siyaset üretme noktasında kendi kısır döngüsü ile çözüm üretemez noktaya gelmişti. Zaten öyle olmasaydı I. Ahmet döneminden itibaren Yeniçeri Ocakları ıslah edilmeye çalışılmaz, IV. Murat döneminde Koçi Bey Risaleleri yazılmaz, I. Mahmut döneminden itibaren Fransa’dan askeri öğretmenler getirilmez, II. Mahmut döneminde sistemin ana direklerine dokunulmaz, II. Abdülhamit döneminde Batı tarzı eğitim kurumlarına öncelik verilmezdi.

CHP bu sürecin bir yansıması hatta sonucu olarak ortaya çıktı. Fakat hata yaptı. Şöyle ki; bir toplumu yeniden inşa etmek, ontolojik değerleriyle, varlık felsefesi ile metafizik paradigmasıyla çatışmayı gerektirmezdi. Diğer taraftan yine tek tipçiliğe zorlayıp alternatif görüşleri baskılamayı, onlara siyaset yolunu kapatmayı hiç gerektirmezdi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İsmet İnönü hükümeti tarafından faaliyetlerine son verilmesi düşünce ve politika zenginliğinin önüne konulmuş ciddi bir engel olarak tarihe geçti. CHP’yi kutsamak, alternatifinin ortaya çıkmasına engel olmak, Türkiye’yi siyasi kast teşkilatına boğmak, Ahmet Ağaoğlu’nun Mustafa Kemal’e sunduğu CHP raporlarının temel argümanları arasında idi.

Bugün Türk siyasi hayatının tıkanmasının en temel nedeni alternatifsizlik ve CHP’nin bu alternatifsizliğe çözüm üretememesidir.

Tekrar tekrar üzerinde durmaya gerek yok. Bundan önceki yazıda sağ seçmenin CHP’ye bakış açısına değindim. Dolayısıyla bu partinin sağdan oy alarak iktidara gelmeye çalışması çok da reel olmayan duygusal bir yaklaşım olur. Zaten öyle de oluyor. İşte seçim sonuçları ortada.

Peki, öyle ise CHP ne yapmalı?

Öncelikle bu partinin dikkatlice belirlenmiş bir kimlik tarifine ihtiyacı var. Bu tarif içinde insana ve evrene hangi açıdan baktığı önemli. Bunu yapması çok da zor olmasa gerek. CHP’lilik hümanist-insancı bir dünya görüşü üzerine kurulu. Hümanizmden kastedilen şey, çok klasik ifadesiyle İnsan sevgisi demek değil. O bir çeşit algı biçimi. Aşkın metafizikten ziyade evrenin merkezine aklı koyuyor. Yani evreni bir dindarın algıladığı biçimde algılamıyor ya da algılamak istemiyor. Mümkün ve saygı duyulması gereken bir durum.  Burada sekülerist bir duruş söz konusu. Sekülerizm Batıda teokrasiye karşı konumlanırken bizim gibi ülkelerde siyasal İslamcılığa karşı bir tutum olarak ele alınabilir.

CHP eğer kendisine seküler kimlik üzerine konumlandıracak olursa hareket edeceği alanı da belirlemiş olacaktır. Bu aynı zamanda bir çeşit çekim alanı oluşturmaktadır da. Çünkü Türkiye’de kendisini İslamcı ve milliyetçi tarif etmeyen/etmek istemeyen, epistemolojik referansları metafizik olmayan, anayasa ve kanunların oluşumunda dinin etkin olmasından çekinen ve bu çekinceye göre konum belirleyen hatırı sayılır bir kitle var. Bu kitle dünyevi hazcı/hedonist, muhafazakâr olmayan gelenekçi, seküler ahlakçı, Alevi mezhepçi, Sünni liberal, gayri Müslim, devrimci ya da sosyal demokrat solcu, ulusalcı Kemalist, feminist, gay veya deist-ateist olabilir. Bütün bu kesimler seküler kimlik partisi olan CHP’nin çatısı altında toplanabilirler. Fakat bu toplanma Türk sağına karşı kesinlikle hard bir anti-cephe halinde olmamalı pazarlık içeren demokratik talepler barındırmalıdır.

Diğer taraftan CHP’nin bir kısım Türk aydını ile sorunlu ilişkileri var. Onlar ile direkt temas sağlayamıyor. Oysa aydın bir fikir işçisi, yorgun bir nakkaş ve entelektüel temelli bağımsız eylemcidir. Kalemine saygılı dürüst bir kişilik ise onun dünyasının merkezinde çoğu zaman eleştirel temelli yapıcılık, inşacılık söz konusudur. Rant ile entegre olmamışsa yani organik bir aydın tipolojisi barındırmıyorsa güvenilir bir akil adamdır.

Oysa Özal ile başlayan dönemde sol, sosyal demokrat kökenli aydınlar CHP’den daha ziyade Türk muhafazakâr partileri ile daha sağlıklı bir ilişki kurdular. Gerçi bu Özal’ın kuşatıcı ve dünyaya açık kişiliği ile de ilgiliydi. Ama bu süreç AKP’nin ilk yıllarında da devam etti. Ahmet Altan, Mehmet Altan, Hasan Cemal, Eser Karakaş, Şahin Alpay, Reha Çamuroğlu, İlber Ortaylı, Orhan Pamuk, Ömer Laçiner gibi ilk bakışta göze çarpan isimler bu partiye yeni bir politik paradigma ve sosyal demokrat dünya algısı oluşturmada katkı sağlayabilirler. CHP’nin bu isimler ile daha sık görüşmesinde ve fikirlerini almasında fayda olacaktır.

Sonuç itibariyle CHP öncelikle sağ milliyetçi-muhafazakar seçmenden oy almak için kimliksiz bir siyaset ile uğraşmaktan daha ziyade seküler paradigma üzerine kuracağı bir kimlik siyaseti ile öncelikle kendine taban olabilecek dünya algısını çatışı altında toplamalı, ardından da üreteceği sosyal demokrat siyaset ile sağ seçmen kitlesine ulaşmanın yollarını aramalıdır.