Siz memur Kadir’i tanımazsınız. İsmi ne ekranlarda duyulmuştur ne de gazete sayfalarında geçmiştir. Toplum ya da siyaset bilimcilerin “gündelik hayatın içindeki sıradan insanlar” diye adlandırdıklarından biridir o. Yine de okumak isterseniz öyküsünü buyrun…
Kadir’in hayatı soğuk bir şehrin Aras nehri kenarındaki küçük bir köyünde başladı. Hiroşima’ya iki kala doğan Kadir on bir kardeşin en küçüğüydü. Babasının ona ilgisi diğerlerinden farklı olmuştu. Kadir, yerde bulduğu küçük kâğıt parçalarına bile babasına götürür her satırını okutana kadar peşini bırakmazdı.
Osmanlı tedrisatından yetişmiş, Ruslara karşı milis güçlerinde yer almış olan babası küçük oğlunun bu ilgisine kayıtsız değildi. “Gömleğimi satmak zorunda bile kalsam seni okutup subay yapacağım.” sözleri Kadir’in aklından hiç çıkmadı. Ama…
Hayatın bir de “ama”sı var işte. Babasının ölümü Kadir’in hayatını bütünüyle değiştirdi. On bir kardeşin sekizi bir anneden üçü bir annedendi. Buna bir de en küçük olmayı ekleyin. Kadir artık babasının gözbebeği değil evin her işe koşturulan küçüğü idi.
GECELERİ ÇOBANLIK GÜNDÜZLERİ OKUL
Günlerce ağlayıp yalvarsa da yaşı geldiğinde okula gönderilmedi. Ama dil dökmekten de vazgeçmedi. Ne var ki okul izni ancak yaşıtları üçüncü dördüncü sınıfa giderken çıktı. O da işlerini kesinlikle aksatmaması şartıyla. Kimliğini alıp okula koştu, kaydını kendisi yaptırdı. Şafaktan çok önce uyanıyor gece karanlığında koyunlarını otlatıp memeleri sütle dolu bir şekilde ağıla sokuyordu. Sonra yarım yamalak bir kahvaltının ardından ver elini okula…
“Ver elini” lafın gelişi değildi. Elini gerçekten verdi daha doğrusu uzattı. Tırnaklarına kan oturana kadar vurulsun diye. Çünkü Kadir solaktı ve o yıllarda solak olmak büyük kabahatti öğretmenler için. Günlerce kalem tutamadı. Yine de okulu bırakmadı. Uğraştı didindi sağ elle yazmayı da öğrendi. İlk öğrenci travmasını yaşatan öğretmen aynı zamanda bu azimli çocuğu çok da sevmişti.
Sınıfları birer birer geçerken artık tarlalarda çalışabilecek yaşa da geliyordu. Bazı kardeşleri çok da memnun değillerdi Kadir’in bu başarısından. Bir sonraki sene yeni defter istemedi kimse sorun çıkarmasın diye. Nazik nazik sildi eski defterlerini, tekrar tekrar kullandı. Gece koyunlar gündüz okul… Seneler böyle geçti. Gece mesaileri Kadir’in yakasına ileride de yapışacaktı.
KÖYDEN İLK KEZ ASKERE GİTMEK İÇİN ÇIKTI
İlkokulu başarıyla bitirdi. Ama işte o kadar. Ellilerin başındaki Türkiye’de babasız bir çocuğun ilçedeki ortaokula gitmesi imkânsızın diğer adıydı. Kadir, bunu içinde bir yara gibi hep taşıdı.
Annesi, rahmetli babasının iki eşinden biriydi. Kuması erken ölünce hem kendi çocuklarına hem ondan kalan çocuklara bakıyordu. Kadir, annesini kimseye muhtaç etmemek için çok çalıştı. Evi tarlayı çifti çubuğu düzene koydu. Derken askerlik geldi çattı.
Köyden ilk kez çıkıyor, ilçeyi ve şehri ilk kez görüyordu. Hasankale ne büyüktü, hele Erzurum… Daha büyük bir yer var mıydı ki acaba?
Askerde şoför oldu Kadir. Sivil ehliyet istenmiyordu o zamanlar. “Dönünce bir araba alır bir şeyler yaparım.” diye düşünüyordu, olmadı. Annesi oğlunun başına iş gelmesinden korktu, “Ehliyet alırsan hakkımı helal etmem.” dedi; o hikaye de yarım kaldı.
ÖNCE ZABITA OLDU SONRA OKULLU
Ama kaderin çok sayıda kapısı vardı. Askerlik dönüşü farklı bir fırsat doğdu. Erzurum belediye başkanı köylüleriydi ve Kadir’in abisine zabıta olmasını teklif etmişti. Abisi teklifi reddetti. Kadir kendini öne attı ve ailesine kabul ettirdi.
O artık “Memur Kadir”di. Aradığı fırsatı nihayet yakalamıştı. Hemen gidip akşam ortaokuluna kayıt yaptırdı. Derdi diploma değildi. Öyle olsa dışarıdan sınavlara girebilirdi. O, “talebe” olmak, o sıralara oturmak, hakkını vererek öğrenmek istiyordu. Öyle de oldu. Yaşı en büyük öğrenci olarak okulunu başarıyla bitirdi.
Güzelleşmeye başlayan hayat otuzuna vardığında Dilber’i çıkardı karşısına ve Kadir evlendi. Küçük bir köyde, daha doğrusu tamamı ailelerine ait olan üç evlik bir mezrada büyüyen Dilber okuma yazma bilmiyordu. Ermenistan sınırındaki küçük bir köyde 1960’lı yıllarda küçük kızlar okula gönderilmezdi.
EŞİNE OKUMA YAZMA ÖĞRETTİ
Memur Kadir, karısına okumayı öğretti. Evlerinden kitap hiç eksik olmadı, olmuyor. İlk çocuğu olduğunda Kadir akşam lisesine de yazılmıştı. Gündüz iş, akşam okul. Memur, baba, koca, öğrenci… Ne çektin be memur Kadir… Neyse…
Liseyi bitirince durur mu dersiniz? Elbette hayır! Üniversite sınavlarını kazandığında 12 Eylül’ün ayak seslerinin duyulduğu zor günlerdi. Üniversiteler karışıktı. Bir memur olarak gitmesi pek mümkün değildi. Bir kez daha yutkunup bekledi.
“Özal”lı yıllar… Memur Kadir’in artık iki oğlu vardı. Bütün derdi onların okumasıydı. Kendisi gidememiş olsa da oğulları üniversiteye gidebilmeliydi.
İKİ OĞLUYLA BİRLİKTE TEKRAR ÖĞRENCİ OLDU
Kaderin çok sayıda kapısı vardır, demiştim değil mi? Her ikisi de solak olan oğullarından büyüğü ortaokula küçüğü ilkokula giderken bir üniversite affı çıktı. Hemen kaydını yaptırdı.
Artık gece zabıtasıydı. Gündüzleri kendisine “amca” diyen sınıf arkadaşlarıyla üniversitede olan Kadir, geceleri zabıta karakolunda geçiriyordu. Evde yaşı 7 ile 45 arasında değişen üç öğrenci vardı.
Annesi bazen uyuya kalsa da küçük Cevheri babasının gelişini mutlaka bekliyordu. Abisi galiba biraz ehli keyfti ki o da uyuyordu. Cevheri, babasının gece yarısı sessizce gelip mutfakta yemekleri ısıtışını seyrediyordu. Sonradan anlamıştı ki babasının memur maaşı akşam yemeklerini dışarıda yemesine izin vermiyordu. Nadiren dışarıda yediği zamanlarda ise bunu mutlaka evdekilere söylüyor ve helallik istiyordu.
RÜŞVET ALMIYOR DİYE GENELEVE SÜRÜLDÜ
Üniversiteyi bitiren Kadir artık zabıta komiseriydi. Ama şimdi başka dertleri vardı. Belediyede rüşvetin en yaygın olduğu birimde dürüst ve namuslu bir memur olmak çok zordu. Sistemin adamı olsun diye çok zorladılar. Evine en uzak karakollara gönderdiler, bir dönem itfaiye teşkilatına bile sürdüler. Memur Kadir’e hiçbiri sökmedi. Onu kendilerine benzetemediler. Hakkını mahkemelerde aradı ve hep kazandı. Zabıtaya geri döndü. Ama ona diş bileyenler de yılmamıştı henüz. Yeni görev emri Kadir’e çok zor geldi. Erzurum’un yirmi kilometre uzağındaki geneleve sürülmüştü. Çok ağrına gitse de buna da katlandı. Bakmak zorunda olduğu bir ailesi vardı. Çaresiz gitti. Her türlü yolsuzluğun gırla gittiği o yerde bile pusulasını şaşırmadı.
GENELEV PATRONU ‘RÜŞVET ALMIYOR’ DİYE ÖVÜNCE!..
Aylar sonra genelevin patronu belediye başkanını arayıp “Kadir komiserin dürüstlüğü ile rüşveti bitirmesi” nedeniyle teşekkür edince buradaki günleri sona erdi. Dürüstlüğünün ödülü olarak gecekondu semtindeki bir karakola sürüldü. Olsun, kurtulmuştu ya ruhunu daraltan o yerden.
Refah Partisi’nin belediyeleri silip süpürdüğü yıllarda Erzurum, büyükşehir oldu. Refah Partisi başarıya aç olsa da bunu gerçeğe dönüştürecek kadrolara sahip değildi. Zabıta teşkilatında üniversite bitiren tek kişi Kadir’di.
ÇOCUKLARINI MAKAM ARACINA BİR KEZ BİLE BİNDİRMEDİ
Onu zabıta müdürü yaptılar ama kadrosunu vermediler. Kadir, vekâleten atanmayı dert etmedi. Rüşvetin yolsuzluğun üstüne yürüdü. Minibüslere, çarşı pazara çekidüzen verdi. Zabıta teşkilatının belediyeye olan gelir katkısını beşe ona katladı.
Çocukları, babalarını daha az görüyorlardı. Makam aracı sabah onu almaya geldiğinde çocukları da okula gitmek için otobüs durağına gidiyordu. Okul ve belediye aynı güzergâhta olsa bile çocuklar o arabaya bir kez bile binmedi. Memur Kadir’in doğruları kıldan ince kılıçtan keskinceydi.
MİLLİYETÇİ BAŞKAN KÜRT OLDUĞUNU ÖĞRENİNCE!
Hizmetle geçen beş yılın sonunda başkanlığı milliyetçi bir isim kazandı. Memur Kadir ise Kürt’tü. Ufacık bir ima bile yetti kimseye eyvallahı olmayan Kadir’e. Dilekçesini verdi ve emekliye ayrıldı.
Memur Kadir şimdi emekli maaşıyla yaşıyor. Bu devlet dürüst yaşamının ödülü olarak küçük oğlunu sadece işini yaptığı için Silivri’ye tıktı. Silivri’de başka memurlar da var. Hakimler, savcılar, polisler… Gazeteciler şimdilik azınlıkta…
TÜM BUNLARI ‘MEMUR TEOMAN’ HATIRLATTI
Zencani, Türkiye’ye kaçak sokulan 1.5 ton altını itiraf etmiş İran’daki yargılamada. Hürriyet, haberin altına bir memur Teoman kutusu yapmış. Onu okurken düşündüm Memur Kadir’in hikâyesini…
Onun hayatında istediği her şey oldu geç de olsa. 46’sında üniversiteyi bitirdi, 65’inde Osmanlıca öğrendi. Ehliyetini bile 70’inde aldı. Şimdi adalet bekliyor.
O da olacak. Er ya da geç… Ama…
Dedim ya hayatın bir aması var işte. Memur Teomanlar, Memur Kadirler…
Ne çok şey yaptınız bu devlet için, ne çok ezildiniz.
Bir teşekkür bile görmeyen hazin hikayeleriniz kaldı geriye…
NOKTA HABER | Cevheri GÜVEN-SİLİVRİ