Türkiyede 2 büyük kronik korku hastalığı var.
Biri Alevilere karşı, diğer Kürtlere karşı.
Bu iki kesimde binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ve bu ülkenin asli unsurlarındandır.
Fakat devletin faşist politikaları ile, ülkede yaşayan insanların genlerine öyle bir korku yerleşmiş ki, ne olursa olsun bu korkularını atamıyorlar.
Yıllarca kardeş olarak yaşamış, kız alıp kız vermiş, hısım akraba olmuş, beraber acılar yaşamış, beraber sevinçler yaşamış insanlar, adı konulamayan bir noktaya gelindiğinde, bu iki kesimden korkuyor ve adı konulmaz fobiye kapılıyor.
Cumhuriyet döneminin hemen başında, kapkara bir leke olarak ülke tarihinde duran Dersim Katliamı ile, adeta bugünlerin bu kronik hastalığının temelleri atılmıştır.
İnsanların,çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek ayrımı yapılmaksınız, mağaralara doldurularak katledilmesi, üzerlerine uçaklardan bombalar yağdırılması ve geriye kalan çocukları, asimile edilmesi adına evlatlık verilmesi ile toplumun içine atılan bu hastalık tohumu, yıllar geçtikçe büyümüştür.
Hastalık, toplumun kendi bağışıklık sistemiyle tam iyileşmeye başlayınca, yine devlet, hastalığı yeniden ortaya çıkarma adına olaylar tezgahlamış ve hastalığın tam olarak iyileşmesine asla izin vermemiştir.
Maraş, Çorum, Madımak, Gaziosmanpaşa, Suruç, Ankara katliamlarını, devletin derinlerindeki yapıların bu hastalığı yeniden nüksettirme ve kardeşler arasına fitne sokması adına yaptığı olaylar olarak hemen sayabiliriz.
Alevi korkusu o kadar toplumun içine sinmiş ki, Gezi’de herkes Alevi’dir, ölenler Alevi ise ; “aman ses çıkarmayalım.” psikolojindedir bu kesimler
Suruç’ta, daha hayatının baharında 33 genç katledilir, “aman iyi oldu, nasıl olsa çoğu Alevi, o zaman üzülmeyelim.” modundadır bu hastalıklı zihniyetler.
Ankara’da 103 masum katledilir; ” zaten onlar Alevi ve solcuydu, neden üzülelim ki.” modundadır stadlar.
Bu iğrenç hastalığın adı nedir bilemiyorum ama, hiç bir hastalık, bu kadar insanı insanlıktan çıkarmaz ve zarar veremez, onu biliyorum.
Ölenin kimliği, mezhebi, dili, dini, rengi neden önemlidir ki ?, insan olan için.
Ölen masumdu tek hakikat bu.
Ama bu hastalığa düçar olanlar, illa bir kulp takıp, ölülerin üzerinden siyaset yapmanın ve bir çıkar sağlamanın peşindeler ne yazık ki.
Ülkenin bunca sıkıntılı ve sancılı olduğu şu döneminde, yine bazı çevreler bu hastalığı depreştirme derdindeler. Bu çevrelerin piyonu olmuş ve bir makam ve arabasına değerlerini fütursuzca satmışlar, bugün utanmadan ve neye yarayacaksa, “Cem Evi kırmızı çizgimizdir.” diyorlar.
Çevremizde bir mezhep savaşı tehlikesi varken, ve bunca dert sıkıntı ortadayken, böyle bir açıklamak ancak, bu toplumun içine nefret ve ayrışım tohumları atılmasına hizmet eder. Başka hiç bir işe yaramaz.
İşin en acı tarafı da, bu açıklamalara, ne halktan, ne de, kendisine din alimi, veya kanaat önderi diyenlerin ses çıkarmaması, itiraz etmemeleridir. Adeta bu hastalığın yeniden hortlaması ve Alevi-Sünni çatışmasını çıkarmaya çalışanlara destek vermeleridir.
Çok mu zordur, insanların, kendi inancına göre ibadethane olarak gördükleri yerlere karşı saygılı olmak.
Çok mu zordur, vergi alırken Alevi-Sünni ayrımı yapmayanların, o vergiden yararlanırken ayrımcılık yapmadan, Camilere ettiğin yardım gibi Cemevlerinede yardımda bulunmaları.
Korkmayın bunu deyince bir şey kaybetmezsiniz ve Sünniliğinize halel gelmez.
Ülkenin ikinici kronik hastalığı ve korkusu da Kürt korkusudur.
Bu topluma özellikle 12 eylül darbesinden sonra enjekte edilmiş olan, faşist bir mikrobun tezahürü olarak toplumda kendini göstermiştir.
Özellikle Diyarbakır Cezaevi’nde yapılan, insanlık dışı muameleler ile, bugün ülkenin başına bela olan PKK terörünün temelleri atılmıştır. O günlerde atılan bu tohumlar, sonra devletin desteği ve himayesi ile bir örgüt haline getirildi ve ülkenin başına bela edildi. Bu eli kanlı örgüt eliyle, binlerce insan katledildi, yurtlarından edildi ve doğu asla gelişemedi.
İnsanların, cezaevinde ziyaret ettiği evladıyla, kendi ana dilinde konuşmalarına müsade edilmedi, zulmedildi.
İnsanların, kendi dillerinde müzik yapması ve bunları dinlemesi yasaklandı.
Kürtler’e yapılan bu haksızlığa, hep bir kesim bir kılıf buldu ve görmemek istedi. Bu görmeme ve bu baskıların Kürtler üzerinde oluşturduğu, ikinci sınıf insan psikolojisi, devletin himayesindeki silahlı PKK’nın da beslenme kaynağı oldu yıllarca.
En basit kimlik kontrolünde bile, doğulu birinin tedirginliğini bizzat yaşamış biri olarak söylüyorum, bunca baskı ve haksızlıklara rağmen, Kürtler yinede, devlete hep güvendi, kendi vatanına ihanet etmedi, ve hep askeri polisi destekledi, bağırlarına bastı.
İşte bu hastalık, bugün yine hortalatılıyor hemde geçmişte yapılanlardan daha şiddetli ve daha planlı olarak.
Doğuda, bugün yapılan tek kelime ile zulümdür. Kimse kendini PKK ile mücadele ediliyor diye kandırmasın.
PKK ile mücadele edilseydi, PKK dağdan inip şehre inerken askere el sallayamazdı.
PKK ile mücadele edilseydi, PKK tonlarca patlayıcı ve mühimmatı şehirlere depolayamazdı.
PKK ile mücadele edilseydi, onca uyarıya ve ikazlara rağmen, Kürtler’in temsilcisi olarak PKK ve Öcalan ön plana çıkarılmazdı.
Kürt meselesi, yıllarca AKP tarafından oy almak için kullanılan bir sömürü meselesi haline getirildi. Kızılcık şerbeti içecem diyenler, bunu başkan olma adına bir koz olarak kullandı, ve olamayınca, halka kan kusturmaya başladılar.
Son 7 ayda yüzlerce asker polis şehit oldu, yüzlerce insan katledildi. İnsanlar evlerini yuvalarını terkedip, kendi ülkelerinde mülteci oldular.
İnsanlar, karda kışta evsiz yurtsuz kaldılar.
Bunca yaşananlara rağmen, hala buna ses çıkarmayan halkın neyi beklediğini anlayamıyorum.
Bunca akan kan, ülkenin duygusal ve toprak olarak bir bölünmeye doğru hızla gitmesi karşısında, insanların tepkisizliği ve adeta bunu kabullenmiş görüntüsü vermesini kabul edemiyorum.
Çok mu zor, bu yanlış demek yüksek sesle söylemek ve buna karşı durmak. Susunca bu ülkenin bu meselesininin çözüleceğini mi zannediyorsunuz.
Bu olanlara karşı, sivil toplumun, “ne derler ” korkusundan ve AKP’nin baskıları ve korkutmalarından sıyrılarak ses vermesi lazım artık.
Şehit kanlarının arkasına sığınıp, masum bebelerin akan kanlarını görmemezlikten gelmeyi bırakması lazım artık din adamlarının, kanaat önderlerinin, halkın ve ses vermemleri lazım.
PKK’nın bunca kan dökmesine , Kürtler’in buna karşı itirazın sesini yükseltmesi lazım, ve bu konuda sivil toplumun Kürtler’e cesaret vermesi ve yardımcı olması lazım.
Zira, devlet doğuda, adeta Kürt halkını PKK’nın kucağına itti ve onları yanlız bıraktı bu adı “çözüm süreci” olan süreçle.
AKP, Öcalan’ı Kürtler’in lideri olarak ilan etti ve PKK’ya karşı olan mütedeyyin Kürtler’i PKK’nın insiyatifine bıraktı. Sonra PKK’nın elini zayıflatma adına, geçmişte Hizbullah’ı çıkaran kafalar, yeniden böyle bir girişimde bulundu ve adeta PKK’ya destek veren Kürtler ve destek vermeyen Kürtler karşı karşıya getirildi, insanların katledilmesine ortam hazırladı.
Ve son tahlilde, Kürtler’in tümü PKK’nın insiyatifine teslim edildi. Eskiden devleti arkasında gören ve ona güvenen halk, devletin kendisini terkettiği ve yanında olmadığı düşüncesine kapıldı ve bunu daha ciddi hissetti.
Bunlar yetmezmiş gibi, PKK’ya göz yumanlar, bu göz yummanın acısını ve bedelini, yine masum halktan çıkararak, adeta duygusal olarakta tam bir kopuşu yapmaya çalışıyor şimdilerde.
İşte bugün, bu duygusal kopuşun önlenmesi , AKP ve Saray’ın ülkeyi bölmeye çalışmasının karşısında, Türk ve Kürt halklarının bir ve beraber olarak durma zamanı.
Yoksa, Diyarbakır’da yanan ateş, sade Diyarbakır’ı yakmaz, İstanbul’uda yakar, İzmir’ide yakar, Adana’yıda.
Bu kopuş ve çatışmalar ülkenin her yerine yayılır ve Allah korusun bir iç savaşa gider ülke.
Bugün, makamımdan, paramdan, rahatımdan olmayayım diye buna göz yuman ve itiraz etmeyenler, bu ateş sizide, makamlarınızıda, evinizide, huzurunuzuda yakar.
Bu ateşi, her gün akıtılan kanlarla büyütmeye çalışanlara karşı artık susmayı bırakıp, eyleme geçmeli.
İtiraz etmeli, Alevi- Sünni ayrımı yapanlara karşı
İtiraz etmeli, PKK ile mücadele ediyorum diye halka zülmetmeye karşı.
Kanı kanla paklamaya çalışan, kan deryalarında gemiciklerini yüzdüren, zalimlere karşı birlik olmalı ve ortak bir sesle itiraz etmeli.
Hemde hemen bugün, yarın olmadan.
Zira yarın çok geç olabilir.