Özel olarak Suriye, genel olarak da bölge siyasetinde Obama ve Erdoğan yönetimleri arasında açılan bir makas olduğu, makasın daha fazla açılmaması için çabaların yoğunlaştığı, ama nafile görüntü verdiği açık seçik anlaşılıyor.

ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında hayli uzun süren (iki saati aşkın) görüşmeyle ilgili henüz ayrıntılı bir kulis bilgisi veya haber yok. Ancak esas konunun Türkiye’nin Irak’la büyüyen Başika krizi ile Suriye’de PYD ile ilişkiler üzerinde odaklandığını ve görüş ayrılıklarının giderilemediğini tahmin etmek de güç değil. Aksi halde, bunun yansımalarını şu ana kadar farketmiş olurduk.

Sosyal medyaya yansıyan tek tük ‘duyum’lardan, Amerikalı komutanın Ankara’daki görüşmelerinin sıkıntılı geçtiğine dair bazı işaretler var, ama dediğim gibi, bunları henüz netleştirme aşamasında değiliz.

Aslında, Suriye üzerinden Türkiye-ABD ilişkilerinde, AKP hükümetinin beklenti ve taktiklerinin ters teptiğini anlamak hiç de güç değil. Obama yönetimi Suriye Demokratik Güçleri ile ilişkilerin etkinliği konusunda hayli net bir destek çizgisi izlemeyi sürdürüyor. Cengiz Çandar’ın Al-Monitor sitesindeki yazısında görüşlerini aktardığı, Amerika’nın önde gelen Suriye analistlerinden Joshua Landis, Washington ve Ankara arasında Suriye Kürtleri konusundaki zıtlaşma konusunda şunun altını çizmiş:

‘Bu görüş ayrılığını çözmek imkansız görünüyor.Ama bunu göz ardı etmek veya ötesine geçmek de hiç kolay olmayacak. Zira hem Kürtler karada hakikaten işleyen bir uygulamayı sundular, aynı zamanda Erdoğan’ın Suriye konusunda ne kadar da gönülsüz bir müttefik olduğunu anlaşılmış durumda. Türkiye’nin tavrı keskin bir şekilde değişmediği ve şu anki gelişmelerin seyri aynen sürdüğü takdirde, Pentagon ile (Kürdistan İşçi Partisi) arasındaki alışılmadık ittifak karşı sadmelere karşı dayanıklı çıkacak ve ayakta kalacak gibi görünüyor.’

Erdoğan yönetimi aleyhine netleşen diğer gelişme ise, aylardır süren ‘uçuşa kapalı bölge’ ısrarlarının an itibarıyla bölgedeki siyasi aktörler arasında fiilen sadece Türkiye’yi kapsar hale gelmiş olması. Türk Hava Kuvvetleri, geçmiş aylardakinin aksine, artık Suriye hava sahası içinde hiçbir uçuş gerçekleştiremiyor.

Amberin Zaman, Washington’dan geçtiği son haber-analizinde Suriye ekseninde kararan ikili ilişkiler konusundaki resmi şöyle çiziyor:

Pentagon her zamanki gibi YPG’den yana tavır sergiliyor, ABD dışişleri Türkiye’yi ‘kaybetme’ kaygısını dillendiriyor. Beyaz Saray ise ‘Her iki tarafı idare edebiliriz’ havasında. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın önümüzdeki günlerde Türkiye’ye yapacağı ziyaret sırasında muhtemelen Ankara’nın kulağına bolca hoş söz fısıldanacaktır ama ABD yine bildiğini okumaya devam edecektir.’

‘Merkezi Irak hükümetinin tüm itirazları ve ABD Başkanı Barack Obama’nın tüm telkinlerine rağmen bölgedeki  güvenilir kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre Türk askerleri tanklarıyla birlikte çoğunlukla yerinde duruyor. Anlaşılan Türkiye bölgede kartlar yeniden karılırken kendince Rusya ve İran’ı dengeleyecek hamleler peşinde.’

‘Diğer taraftan daha düne kadar ‘Ruslar Suriye’nin kuzeyindeki hava sahasına bize rağmen giremez, Putin Suriye’de bataklığa saplandı’ diye böbürlenen Washington şimdi Suriye’de Rusya’yla işbirliğini güçlendirmenin yollarını arıyor. Bir yandan Rusya bir yandan ABD öncülüğündeki koalisyon güçleri Suriye semalarını parsellemiş bulunuyor. Türkiye ise tümüyle oyun dışı.’

Resmin bir diğer köşesinde, Haberdar’dan İlhan Tanır’ın aktardığı, Obama Yönetimi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümetini dinlemeye aldığına dair Wall Street Journal haberi, ve yalanlanmayan bu haberin bize anlattığı muazzam bir güven krizi var.

Hatırlayalım, şöyle yazmıştı Tanır:

‘Haber birden çok kaynağa dayalı idi… Ankara’dan ne bir reaksiyon, ne bir kınama geldi. Haber Amerikan istihbarat birimi NSA’in halen Erdoğan’ın iletişimini hedefe koyduğunu açıkça yazmasına, bütün diğer NATO müffetik liderlerinin listeden çıkarılmasına rağmen, ve Erdoğan’ın dinlenilmeye devam etmesini onun ‘güvenilirsizliğine’ bağlamasına rağmen, Beştepe Sarayı sessizliğe gömüşmüş durumda. ‘Müttefik değil miyiz? IŞİD karşıtı koalisyonda beraber olan müttefiğini neden dinliyorsun’ tepkileri yerine, Ankara’da derin bir sessizlik mevcut.’Bu sessizliğin bir başka ‘açık’ nedeni, 24 Kasım’dan beri Ruslarla girilen didişmeden beri ABD’nin artık Ankara açısından alternatifsiz kaldığını Washington tarafından bilinmesi. Washington değil, etrafında dostu kalmayan Türkiye’nin Batı’ya nasıl da ihtiyacı olduğunu ortama bakan herkes anlayabiliyor.’

AKP Hükümeti’nin ne kadar ‘oyun dışı’ olduğunu gösteren bir başka gelişme de, SETA’nın Washington’da düzenlediği Türkiye konulu, bakan düzeyinde katılımlı konferansa ABD başkentindeki etkili ve kilit isimlerden en ufak bir ilgi dahi olmayışı ve toplantının ‘kendin pişir kendin ye’ formatında başlayıp son bulması.

‘Türkiye tarafından bakan düzeyinde katılım gösterilen bu konferansa ABD tarafından hiçbir yetkili iltifat etmedi’ diye yazdı İlhan Tanır.

‘Düşük düzeyde dahi olsa bir konuşmacı gelmedi. İzleyenler arasında da bilindiği kadarıyla Amerikan yönetiminden kimse yoktu.Gün boyu yapılan SetaDC konferansındaki panellerde onca uzman, Türkiye’nin konuşulduğu bu ortamda ülkenin tartışmasız lideri Tayyip Erdoğan hakkında tek bir eleştiri getirmediler.Erdoğan’ın ismi konferansta pek geçmedi. Adeta dokunulmaz kaldı.’

Bir NATO müttefikinin  konuşulduğu bir ortamda, o ülke liderine Kuzey Kore benzeri bir dokunulmazlık atfedilmesi ve tüm analizlerin zımni bir lider kutsaması etrafında ifade edilmesi, elbette ki o ülkedeki iç ve dış siyaset çizgisi hakkındaki negatif algıyı tersine çevirmeye yardımcı olmuyor; nesnellik eksikliği o algıyı daha da pekiştiriyor.

Hazin bir durum…

ABD içinde de, Amerikalı uzmanların son analizlerde Beyaz Saray’a çağrı unsurunun daha önce görülmedik ölçüde güçlendiği görülüyor.

ABD’nin, AKP’nin yükselişe geçtiği yıllarda Ankara büyükelçisi olan Robert Pearson, Middle East Institute tarafından yayınlanan ‘Türkiye’nin Üç Yüzü’ başlıklı yazısında, Erdoğan Yönetimi’ne diplomasi dilinin ötesine taşan sertlikte eleştiriler yöneltiyor, örneğin Rus uçağının düşürülmesinde ‘angajman kuralları alanında cehalet sergileyen beceriksizlik’ten söz ederek, ‘bu aşamada ABD Türkiye konusunda nasıl tavır takınmalı?’ sorusunu soruyor.

Verdiği cevap şöyle:

‘Öncelikle ABD, Türkiye’yi her düzeyde vazgeçilmez bir oyuncu olarak görmekten vazgeçmelidir. Ankara herşeyden çok taktik bazı kazanımlar peşinde: Suriye’de seçilmiş bazı fraksiyonları desteklemek ve Kürt gücüyle nüfuzunun yükselişini engellemek… IŞİD’i yenilgiye uğratmak Türkiye’nin bir önceliği değil. İkincisi, reel mantığın gereği, ABD stratejik dikkatini başka yerlere çevirerek Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Mısır’la işbirliğini genişletmelidir. Suriye konusunda Türkiye’nin bu ülkeler üzerinde çok az etkisi olacaktır. Eğer 2015’te Türkiye ve ABD’nin birbirinden daha fazla uzaklaşmasına tanık olduysak, 2016 yılı ABD’nin Ortadoğu’ya bakışını gözden geçirirken bunu Türkiye’ye daha az güvenerek yapacağı yıl olmalıdır. Türkiye’nin ne hale geldiğini kabul etmedikçe ABD Ankara ile ilikilerinde sıkıntı ve hayalkırıklığı yaşamaya devam edecektir.’

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...