İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, 2016 yılı iş bölümü ve çalışma talimatını yayınladı; Hrant Dink cinayetinin iddianamesini yazan Savcı Gökalp Kökçü’yü başka bir büroya atadı. Yani, Kökçü, Dink dosyasından el çektirildi. Benzer bir uygulamaya, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında da rastlamıştık. Dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, 17 Aralık operasyonundan bir ay sonra, Savcı Celal Kara’yı, yolsuzluk dosyasından alıp, infaz savcısı yapmıştı. Böylece, Ekrem Aydıner, soruşturmayı baştan beri yürüten Celal Kara’nın yokluğunda, rahatça, şüpheliler hakkında takipsizlik kararı verebilmişti.
***
Gökalp Kökçü’nün iddianamesindeki “İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, İstanbul İstihbarat Şubesi’ne atanmak için cinayete yol verdi” görüşüne katılmıyorum. Ama Kökçü’nün, bu davayı takip konusunda, Dink’in ailesince de onay gören bir gayreti olduğunu inkâr edemem.
Kökçü, bugün İstihbarat Daire Başkanlığı görevini yürüten Engin Dinç’in, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü olduğu dönemde, Dink’e yönelik ihbarı gerektiği gibi değerlendirmediği ve icap eden önlemleri almadığı kanaatindeydi. Onun ısrarı sayesinde, Engin Dinç’in adı şüpheliler arasına girdi.

Fakat, cinayette şüpheli konumda bulunan birinin, hâlâ İstihbarat Daire Başkanlığı’nı yürütmesi de davanın seyrini olumsuz etkileyecek bir durum.

Bunun yanı sıra, Dink iddianamesinde, Jandarma ayağı büyük bir noksan oluşturuyor. Hrant Dink’in öldürüldüğü sokakta, o gün 6 Jandarma görevlisinin bulunduğu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) gönderdiği cep telefonu kayıtlarından anlaşılmıştı. HTS kayıtlarında, cinayetin işlendiği gün, bölgeden sinyal veren 6 numaranın, Jandarma İstihbaratı’nın üzerine kayıtlı olduğu tespit edilmişti. Görüntülerde, Ogün Samast’ı takip ve kontrol eden 3 kişi üzerinde şüpheler yoğunlaştı. Bunlar Jandarma İstihbarat görevlisi miydi? Değil miydi? Hâlâ ortaya çıkmadı…
Savcı Gökalp Kökçü, iddianamesinde şöyle diyor: “HTS kayıtları TİB’ten temin edilmesine rağmen, İstihbarat Daire Başkanlığı, sahip olduğu geniş imkânları şüpheli şahısları belirlemek için kullanmıyor.”
Oysa olay yerinde bulunan o 3 kişinin kimliği çok önemli. Gerçekten Jandarma İstihbaratı’na mensup kişiler mi? Eğer öyleyse, cinayetin Jandarma denetiminde gerçekleştiği iddia edilebilir.
***
Dink cinayetinin derin devlet yapısından koparılarak aydınlatılamayacağını her zaman söyledim. Ama maalesef, bugünkü çabalar, bu cinayeti de Cemaat’e yüklemek istikametinde yürüyor.
Azınlıkları ve misyonerleri bir tehdit olarak gören MGK kararı, Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol’un Genelkurmay himayesinde verdiği brifingler, Rahip Santora cinayeti, Dink suikastı, Zirve Yayınevi katliamı ve 2009’da meydana çıkan Kafes Eylem Planı…
Eğer Dink cinayetini bir derin devlet operasyonu gibi görmezsek, Ergenekon’dan yargılanan Sevgi Erenerol’un misyonerleri ve azınlıkları hedef alan konferanslarını nasıl açıklayabiliriz? Ne diyordu Erenerol: “Misyonerlik siyaset satrancının bir parçasıdır. Tek amaç bu toprakların ele geçirilmesidir. Ülkenin bölünmez bütünlüğüne yönelik tehditler bir piramit arz ederse, bunun en tepesinde azınlıklar bulunmaktadır.”
Ya da Kafes Eylem Planı: “Rahip Santora, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink OPERASYONLARI sonrasında, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlerin irticai grupların hedefinde olduğuna dair bir kamuoyu oluşmuş, ancak, AKP tarafından, karşıt medyanın da desteğiyle, olayların Ergenekon tarafından düzenlendiği propagandası yapılmıştır. AKP ve yandaşlarının karşı psikolojik harp faaliyetini etkisiz kılmak, gündemi değiştirip, hedef saptırmak, teşkilâtın moralini yükseltmek, kamuoyu desteğini kazanmak için, gayrimüslimler üzerinde korkutucu propaganda icra edilecek ve kara propaganda ile bu faaliyetlerin AKP ve ona destek veren şer odaklarınca icra edilmiş gibi gösterilmesi sağlanacaktır.”
***
Dün düşman olanlar bugün uzlaştı. Dolayısıyla kimse Hrant Dink cinayetinin kısa vadede aydınlatılacağını düşünmesin. Bu dava, maalesef, cadı avının bir aracı olarak kullanılıyor ve Ergenekon iltisaklı bazı gazeteciler ile yandaş medya tarafından o yöne doğru kanalize ediliyor.
Devleti PKK mı yönetiyor?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Güneydoğu’da cereyan eden vahim olayları eleştirdiği için akademisyenlere demediğini bırakmadı. “Aydın müsveddeleri, karanlık adamlar, cahil, hain” vs… Oysa, kendisi bir zamanlar “devlet teröründen” yakınıyordu:
Bölge halkı PKK’ya arka çıktığı gerekçesiyle sürekli baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Özel Tim’in bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. İnsanların ne mal, ne de can güvenlikleri söz konusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde bok bile yedirilmektedir… Bugün Güneydoğu’da PKK eliyle sürdürülen Kürt silahlı mücadelesi şehre indirilmiştir. Devlet, kontrgerillasıyla, Özel Timi’yle, harcadığı milyonlarca lirasıyla, köy korucusuyla bu sorunun üstesinden gelinemeyeceğini artık anlamış durumundadır. Kemalist devletin geleneksel, zora ve silaha başvurma yöntemi iflas etmiştir…PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak, Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek gerekiyor.” (Tayyip Erdoğan tarafından hazırlatılan 18 Aralık 1991 tarihli rapor)
Sadece bu rapor değil, AK Parti üyeleri defaatle devlet terörünü, Güneydoğu’daki faili meçhul cinayetleri dile getirdiler. Şu anda da, bölge halkı iki ateş arasında kaldı. Sivil ölümlerin tek müsebbibi PKK değil. Ayrıca PKK’ya silâh bıraktırmak, hendeklerin kapatılmasını sağlamak, AK Parti’nin görevi. Elbette aydınların çağrısı hükümete yönelecek. Türkiye’yi PKK mı yönetiyor, AK Parti mi?
Tencerem kaynarken
Türkçe’de bir söz var: “Tencerem kaynarken, maymunum oynarken.”
Ancak işler iyi giderken insanlar bana itibar eder” anlamında kullanılıyor. Bu yüzden, şöhret, para ve mevki sahibi olan kimileri, faşizmin ayak sesini duymakla birlikte sesleri çıkarmıyorlar; en ufak uyarıda geri adım atıyorlar. Aman tenceremiz kaynasın, maymunumuz oynasın!
Beyaz’ın hedef haline gelmesinin sebebi, Ayşe öğretmenin sözlerini alkışlatması değil, sanki bir suç işlemiş gibi özür dilemesi. Beyaz’ı severim ve bu tavrını kendisine yakıştıramadığımı söylemek isterim. Pekâlâ diklenmeden, dik durmayı başarabilirdi.