Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, Silopi’de, Şırnak’ta, Cizre’de hendek kazan, barikat kuran, eline silah alan gençler, umutsuz bir savaşa girdiklerini; o mekânlardan sağ çıkamayacaklarını biliyorlardı.

Neden bile bile gittiler? Bugün için umutsuz görünen büyük bir mücadelenin ateşini yaktıklarına inanıyorlardı çünkü.

Bu gençler, kimi güvenlik uzmanlarının iddia ettiği gibi, sadece yoksulluk nedeniyle girmiş değiller bu yola. Kültürlerinin, kimliklerinin, dillerinin ve kendi kendilerini yönetme hakkının kabul edilmesini isteyen insanlar bunlar. O nedenle Batı’da okuyan çok sayıda genç üniversiteyi bırakıp silahlı mücadeleye katılıyor. Var oluş savaşçıları onlar aslında.

Bu coğrafyada nüfusu 40 milyona yaklaşan Kürtlerin yakın zamana kadar adı bile yoktu. Suriye’de, Irak’ta, İran’da ve Türkiye’de acımasız katliam, baskı ve zulmün hedefi olmuş; kimlikleri, dilleri, inkâr edilmişti.

Abdullah Öcalan’ın yıllar önce başlattığı mücadeleyi doğru okuyamayan, gerekli adımları zamanında atıp Kürt meselesini demokratik yollarla çözemeyen devlet aklı, bugün aynı hatayı daha büyük bir boyutta ve daha büyük bir coğrafyada tekrarlıyor. 

Bu ülkeyi yönetenlerin sorması gereken ilk soru; bu kadar gencin gözünü kırpmadan ölüme niye gittiği, devletin acımasız ateş gücü karşısında neden teslim olmadığıdır.

Mesele, demokratik yolun kapatılması, hukukun askıya alınması meselesidir. Silahı tercih etmedi bu çocuklar, AKP zihniyeti silahı zorla ellerine tutuşturdu. Her gün onlarca “teröristin etkisiz hale getirildiğini” açıklayan devlet zihniyeti, bu gençlerin mücadele azmini kıramıyor.

Diyarbakır Kapalı Cezaevi’nden gelen mektup sosyolojik bir analizle bu gerçeği anlatıyor:

“7 Haziran seçimlerinin ardından Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümetinin halkların iradesini hiçbir şekilde dikkate almadığı net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Halkların, başta Kürt halkının ortaya koyduğu iradeyi, ortak yaşam çağrısını görmezlikten gelmiş, büyük bir hırsla ve öfkeyle halkımıza faşizan bir biçimde saldırmıştır.

Son altı ayda yaşanan katliamlar ve insan hakları ihlalleri, Erdoğan ve AKP hükümetinin nasıl bir yönetim istediklerinin, “Yeni Türkiye” anlayışlarının içeriğini herkesin görmesini sağlamıştır.

Erdoğan ve AKP hükümetinin bu anti-Kürt ve anti-demokratik tutumu sadece ülkemizle sınırlı kalmamakta, Rojava Kürdistanı’nda yaşayan Kürtlere karşı da kendini açıkça ortaya koymaktadır.”

Kendilerini “siyasi tutsak” olarak niteleyen bu insanlar, cezaevinde olmaktan, kötü muamele görmekten elbette memnun değil. Arkadaşlarının birer ikişer öldüğünü görmek de mutlu etmiyor onları.

Ama bu gerçek mücadele azimlerini azaltmıyor, artırıyor. Çünkü artık demokratik düzenden, hukuk sisteminden ve mevcut haliyle devletten umudu kesmiş durumdalar.

Bu toprakların kadim halkları Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Rumlar geçen yüzyılda bir şekilde imha edildi, sürüldü ve yok edildi. No more… İçinde yaşadığımız dünyada bir NATO ülkesinin bunu yapması mümkün değil.

Eline silah alanlar kandırılmış gençler dedikçe, şiddeti kışkırtmaktan başka bir sonuç elde edemiyorsunuz.Çözüm, demokrasi ve hukuk devletinde. Bunu fark ettiğinizde vakit çok geç olabilir

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...