Dün akşam Türkiye bir kez daha can evinden vuruldu. Teröristler Türkiye’nin kalbini son beş ay içinde üçüncü kez vurdular. ‘Türkiye’nin kalbi’ diyorum, çünkü her üç saldırı da Başbakanlık, bakanlıklar, Genelkurmay, MİT, Emniyet Müdürlüğü ve diğer üst düzey kurumların yanıbaşında, Ankara’nın adeta mahrem bölgelerinde yaşandı.
Saldırının analizine geçmeden önce terörü lanetliyorum ve yapanları kınıyorum.
Hiçbir ayrım gözetmeksizin katliam yapandan daha aşağılık kim olabilir?
Diğer taraftan bir ülkenin neredeyse her ay bir büyük terör saldırısına uğraması, üstelik bu saldırılardan üçünün üst üste ve ülkenin kalbine olması da yadırganacak bir haldir.
Geçen ay yaşanan Merasim Sokak saldırısını düzenleyenlerin, saldırı düzenlenen yere defalarca geldiği, bir günde 5-10 kez keşif yaptıkları ortaya çıktı. Saldırganların adeta ellerini kollarını sallayarak bin km’den fazla yol yaptığı da anlaşıldı. Saldırının gerçekleştiği sokakta güvenlik önlemleri arttırılmak bir yana azaltıldığı, can kaybının artmasında ve saldırının nispeten kolay gerçekleşmesinde bunun da rolü olduğu anlaşıldı.
Aynı şekilde Ankara Garı’ndaki saldırıda en temel önlemlerin bile alınmadığı, bazı basit tedbirlerle önlenebilecek bir saldırının göz göre göre geldiği görüldü.
Dün akşamki saldırının detayları henüz ortaya çıkmadı. Ancak aynı bölgede patlayıcı yüklü bir araç ne tür hatalar yapıldığının işaretlerini şimdiden veriyor aslında.
Detaylar ortaya çıktıkça bunları analiz etmeye devam edeceğiz.
YAYIN YASAĞI
Saldırıdan kısa bir süre sonra televizyonlar canlı yayına geçti ve olay yerinden hiç olmayacak görüntüleri evlerin salonlarına taşıdılar. Bu yapılan son derece yanlıştı. Nitekim 10-15 dakika sonra yayın yasağı geldi. Saldırı sonrası tüm detayları ‘en kanlı haliyle’ bizlere sunan medya bu kez karanlığa büründü. Ne resmi makamlar ekranların karşısına çıkıp doyurucu bir açıklama yaptı, ne de devlet güçleri olay yerinin yayınlanabilir görüntülerini kamuoyuyla paylaştı.
Tam anlamıyla ifratla tefrit arasında gidip geliyoruz. Elbette terör saldırılarını her haliyle topluma veremezsiniz, bu yanlış olur. Ancak hiçbir açıklama yapmazsanız, toplumun haklı merakını tatmin etmezseniz o zaman kamuoyunun bilgilendirilmesini çok yanlış ellere terk etmiş olursunuz. Siz, yetkili ağızlar olarak, gerekli açıklamaları yapmazsanız, abartılı haber ve yorumlar gerçekmiş gibi etrafta dolaşmaya başlar. Nitekim bu saldırı sonrasında da bunu yaşadık.
OLAĞAN ŞÜPHELİ: PKK
Olayın daha ilk dakikasından itibaren olağan şüpheliler listesinin başında PKK vardı. Ben de bu tahminimi açık açık söyledim. Çünkü eylemin yapılma şekli PKK’nın daha önceki eylem ve girişimlerine benziyordu.
İkinci ipucu PKK ile güvenlik güçleri arasındaki sıcak çatışmalardır. Örgütün Güneydoğu’da yaşanan çatışmaları Batı’ya taşımak isteyeceği açıktı. Ankara’yı, yani devletin kalbini vurmak istemesi de beklenebilecek bir gelişmeydi.
Aynı şekilde özellikle Rusya’nın Türkiye’ye karşı tehditleri ve PKK ile Rusya arasındaki yakınlaşma da başka bir ön veri olarak değerlendirilebilir.
PKK bu saldırıyı tek başına mı yapmıştır, yoksa başka örgütlerden yardım almış mıdır, bilemiyorum. Malum, birkaç gün önce PKK ve diğer 9 örgüt Türkiye’ye karşı işbirliği kararı aldı. Yani bundan sonraki saldırılarda bu örgütler birbiri adına saldırı düzenleyebilir veya birinin saldırısına yardımda bulunabilir.
Elbette bunları söylerken saldırının arkasında başka bir örgütün olma ihtimalini de tamamen gözardı etmiyoruz. Nihayetinde olay çok yeni ve veriler henüz çok taze…
TERÖRİSTLER ÇOK MU GÜÇLÜ?
Eğer bu saldırıyı da PKK yapmış ise 17 Şubat’tan sonra, bu kadar kısa sürede devletin kalbini vurması elbette onun adına büyük bir olaydır. Peki, PKK bu kadar mı usta bir örgüt, devleti kendi evinde atlatacak kadar sofistike bir örgüt mü? Bence hayır. PKK’nın veya Türkiye’de faaliyet gösteren diğer terör örgütlerinin çok güçlü, çok becerikli oldukları kanaatinde değilim. PKK’nın şu dönemdeki şansı Ankara’daki güvenlik güçlerinin işlerine yeterince motive olamaması, uzman kadro eksikliği ve dikkat dağınıklığıdır.
Öyle veya böyle güvenlik güçlerinde uzman kadroların önemli bir kısmı başka birimlere dağıtıldı veya istifaya zorlandı. Tasfiye edilenlerin yerine ise güçlü bir ekip kurulamadı.
Bir diğer sorun ise iktidarın öncelikleri ile güvenlik ihtiyaçları arasında büyük farklıların olmasıdır. İktidarı korumaya zorlanan güvenlik güçleri kendilerini terörle mücadeleye vermekte zorlanıyorlar. Gazeteci, akademisyen veya esnaf peşinde koşan Terörle Mücadele ve İstihbarat birimleri aynı zamanda gerçek terör örgütlerine yoğunlaşmakta zorlanıyor.
Son olarak, Cemaat’e yakın polislerin başına gelenler herkesin kulağına küpe oldu. Geçmişte PKK/KCK, Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlarda kendisini paralarcasına kendini ortaya atan polisler ve savcılar şu anda ya hapiste ya da tutuksuz yargılanıyor. Bu şartlar altında güvenlik güçleri haliyle düşünüyor, bugün risk alırsam yarın halim nice olur diye korkuyor. Bu nedenle güvenlik sorunlarında inisiyatif alan personel sayısı çok azaldı. Kişiler kendilerini geri çekiyor, risk almamaya çalışıyor. Bu da operasyonlarda sahiplenme problemine yol açıyor.
Bu bilgiler ışığında, ‘Türkiye terör örgütlerine ve diğer devlet operasyonlarına karşı en zayıf günlerini yaşıyor’ desek abartmış olmayız.
DİĞER NEDENLER
Daha önce de söylediğimiz gibi, Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar çok ve yoğun risk ile karşı karşıya kalmamıştı. Maalesef aynı anda birçok ülkeyle, birçok terör örgütüyle ve alt-siyasi yapı ile kanlı-bıçaklı olmayı başardık. Üstelik, dış siyasetimiz bu düşmanları yatıştırmak ve birbirinden ayrı tutmaktan çok onları azdırmaya ve bize karşı kenetlenmeye yol açıyor.
Başka bir deyişle, Türkiye’yi bu duruma düşüren en önemli ikinci neden dış politika yanlışlarımız. Rusya, Suriye, Mısır, İran, Irak ve diğer politikalarımız Türkiye’yi savunmasız ve bol düşmanlı hale getirdi. Yönetmekte zorlandığımız mülteci ve göçmenler politikamız sosyal ve siyasal bir sorun olmaktan çıkıp ulusal güvenlik meselesi haline dönüştü.
Güvenlik güçleri ile ilgili sorunlar ve yanlış dış politika dışında üçüncü önemli neden ise yanlış güvenlik politikamız ve çok yanlış Kürt-Güneydoğu politikalarımız.
Terörü sonlandıracağız diyerek mahalleleri, kasabaları top ve tank atışına tutarsanız oradan büyük bir felaket çıkar ve tüm ülkeye yayılır. Beyin ameliyatı satırla yapılır mı? Bir bankada 20 kişiyi rehin almış iki hırsız için o banka binası yerle bir edilir mi? Balyozla sivrisinek avlanır mı?
Sur, Cizre ve diğer şehirlerin halini görünce içim kan ağlıyor. Buralarda hiç şüphesiz terör örgütünün tuzağına düştük, düşmeye de devam ediyoruz. Örgüt yüzlerce kayıp veriyor belki, ancak uzun vadede kin ve öfke ile dolan nesilleri yanına çekmenin derdinde. Mağdur ve perişan halk terör örgütüne de kızıyor, evet, ancak günün sonunda tüm sorumluluğu devlete yıkıyor, onu suçluyor.
Bu konuya daha sonra tekrar değineceğim için uzatmayacağım. Ancak şunu söylemeden geçmeyelim, Güneydoğu bu haldeyken Ankara veya İstanbul’da güvenlik ve huzur beklemeyin. Şehirler o haldeyken PKK da diğer örgütler de çok kolay intihar saldırganı bulurlar.
AKIL TUTULMASI
Saydığımız bu nedenlerden belki de daha önemlisi Ankara’da yaşanan akıl tutulması.
Hükümete yakın bir kanalda bir mankenin terör olaylarını yorumlaması bile durumun vehametini ortaya koymaya yeter.
Ankara’da iktidar hiçbir eleştiriyi duymak istemiyor. Her sorunu dış güçlere, paralele ve hainlere bağlamanız onlar için kâfi. Terör nedir, aktörleri kimlerdir, nasıl önlenir ve daha birçok teknik detayı merak eden yok gibi. Karar alıcıların etrafı, herşeyi onlara hoş gösteren dalkavuklarla kuşatılmış ve hakikat o duvarlardan içeri giremiyor. İşte asıl büyük sorun bu. Yani gerçekleri haykıracak akıl ve kalplerin hain ve düşman ilan edilmiş olması…
Son olarak alçak terör saldırısını bir kez daha kınıyorum. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa, yakınlarına sabırlar diliyorum. Tüm milletimizin başı sağolsun.
Haberdar
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...