Fethullah Gülen Hocaefendi ikinic defa canlı yayınlanan bir sohbet gerçekleştirdi.
Tüm dünyada büyük bir heyacanla beklenen bu sohbette Hocafendi, çok önemli mesajlar verdi.
Ardarda patlamalarla, ülkede kaos ortamının yaşandığı bir ortamda gerçekleşen sohbette Hocaefendi, çok üzgün ve buruk görülüyordu.
25 yıldır Hocafendi’yi dinleyen ve izleyen biri olarak, Hocaefendi’nin bu kadar duraksadağı çok az sohbetini biliyorum.
Bazen bazı şeyleri hatırlamakta zorlandı, özellikle çok iyi bildiği Bediüzzaman’ın bir sözünde duraksaması, Hocaefendi’nin ülkede yaşanan olaylardan ne kadar çok etkilendiğini bize gösterdi.
Zaten sohbetin başında kendiside, bu sohbetin canlı yayınlacak olması ve bunun önceden ilan edilmiş olmasından dolayı, hiç konuşacak durumunun olmamasına rağmen konuştuğunu söyledi.
Hocaefendi sohbetinde çok önemli konulara değindi ve uyarılarda bulundu.
Fakat şahsen benim en çok dikkatimi çeken ve adeta tüylerimi diken diken eden, içimde ürperti meydana gelen mevzu, bu süreçte dik duramayan insanların bu halinin, adeta müslümanlıklarından pişmanlık duyma hissine kapılmaları konusuydu.
Bu mevzu özelde, bu süreçte haksızlıklara ve zulümlere karşı dik duramayan, susan ve onlara destek olanların içlerinde meydana gelen bir duygu olarak anlaşılabilir.
Fakat bu konu herkesin dikkat etmesi ve bu hale düşmekten tir tir titremesi gereken bir konudur.
Evet bu süreçte bazı insanlar, Allah diyorlar ama, Allah’ın emrettiği şeyleri bir şekilde tevil ederek, yamultarak, “ama”larla tahrif ederek, kendilerine göre yorumlayarak, zulümlere destek verdiler.
Evet bu süreçte bazı insanlar, Peygamberi dillerinden düşürmüyor, ama peygamberin hayatını, sünnetini, hadislerini ve tavsiyelerini, kendi pis düşüncelerine perde ederek, kendi sapkın düşüncelerine kalkan yaparak, çaldılar, çırptılar, soydular, zulmettiler, katlettiler.
Evet bu süreçte bazı insanlar, düne kadar hak dedikleri, ömürlerini geçirdikleri ve davam dedikleri yolu, bir eve, bir villaya, bir makama, bir kaç kuruş paraya satarak saf değiştirdiler, dün kardeşim dediklerine terörist dediler, hocam dediklerine hain dediler .
Evet bu süreçte, çok yamulan oldu.
Evet bu süreçte, çok dilsiz şeytanlar ortaya çıktı.
Evet bu süreçte, çalana, “ama çalışıyor” denilerek destek olundu.
Evet bu süreçte, haine, “ama karnımızı doyuruyor” denilerek kahraman muamelesinde bulunuldu.
Evet bu süreçte, zalime, “ama istikrar bozulmasın” denilerek susuldu.
Evet bu süreçte, ahlaksıza, ırz düşmanına , “ama para verdiler” denilerek makamlar payeler verildi.
Evet tüm bunları yapanlar, aynı zamanda, müslümanlardı.
Ve inanıyorlardı.
Ama inandıkları Allah’a, yolundan gittikleri peygambere, inandıkları Kur’an’a muhalif işlere girdiler ve müslüman olmak onlara yük haline geldi.
Bu yük o kadar zorladı ki bazılarını, müslümanlıklarından pişmalık ruh halinede soktu adeta.
Doğruyu ve hakikati bilmelerine rağmen, vicdanları hakikati kendi içlerinde haykırmalarına rağmen, onu susturmaya çalıştılar.
Hep bir bahane ve yalanla kendilerini kandırmaya çalıştılar.
Ama vicdanın sesini susturamazsınız.
Vicdanlarını konuşturan imanları ve dinleri, onlara yük gelmeye başladı.
“Keşke inanmasaydık ve müslüman olmasaydık ve bu ağır yükü taşımasaydık” dediler kendi içlerinde.
“Keşke, zulmün, hırsızlığın, hainliğin, rüşvetin, kul hakkının, helal kazancın, doğru olmanın emredildiği bir dine inanmasaydık” dediler ve müslümanlıklarından pişman olma haline düştüler.
Fakat bu hal acaba tek onlarda mı olan bir hal ?
Acaba bu tehlike sadece bu hallere düşen insanlarda görülen bir tehlike midir?
Ben bu tehlikenin herkesi tehdit eden ve korkulması gereken bir tehlike olduğuna inanıyorum.
Eğer yaptığınız işte, yürüdüğünüz yolda, inandığınız davanızda, hayatınızı verdiğiniz mefkürede, zerre kadar şüphe, bir kerecik olsun acaba, bir klalbten geçme süresi kadar olsun bir tereddüt varsa ve olmuşsa, bence bu tehlikeyle her an karşılaşabilirsiniz.
Eğer, hadiselerin ağırlığı, belaların çetin olması, imtihanların zorluğu, zulmün şiddeti, imtihanın büyüklüğü, mahrumiyetlerin genişliği sizde bir yılgınlığa ve ümitsizliğe düşürüyorsa, bence bu tehlikeyle her an karşılaşabilirsiniz.
Eğer, zamanın çıldırtıcılığı, hadiselerin hep aleyhte cerayen etmesi, karanlıkların karanlıkları takip etmesi, beklediğiniz baharın bir türlü gelmemesi, her günün yevmil beter olduğu günlerin birbirini takip etmesi, ufukta en ufak bir ışığın görülmemesi, sizlerin motivasyonununda, aşkınızda, aksiyonunuzda bir gerilemeye sebebiyet veriyorsa, bence bu tehlikeyle her an karşılaşabilirsiniz.
Evet, dil kolay döner ve her şeyi rahatlıkla söyler.
Ama dilin söylediklerini yaşamak, dilin verdiği sözleri tutmak zordur.
“Girdik bu yola” demek her dilin karıdır, ama bu yolda sabit kadem olmak her dilin olduğu vucüdun harcı değildir.
Hz. Ebubekir’in, “ya rab keşke beni bir kuş olarak yaratsaydında, insan olarak yaratmasaydın” demesini ben bu süreçte anladım.
Hz. Ömer’in, “anamdan doğduğum gibi bu dünyadan göçüp gidersem, kendimi bahtiyar kabul edecem” demesini, ben bu süreçte nasıl bir bahtiyarlık olduğunu ” anladım.
“Biz bu yükü dağlara indirdikte, dağlar kaldıramadı ve şak şak oldu parçalandı” ilahi beyanının ne olduğunu, kulluğun nasıl ağır bir yük olduğunu, insan olmanın ve insan kalabilmenin nasıl çetin bir iş olduğunu, insanlar içinde de, müslüman olmanın, islamın emirlerine ve yasaklarına göre hayatını devam ettirmenin nasıl büyük bir hadise olduğunu, ben bu süreçle idrak ettim ve anladım.
Mesele aslında taraf olma meselesinin ötesinde, insan kalabilme meselesi bu gün.
Yaşanan süreçte bizler, insan kalabilme ve bir adım daha ötesinde müslüman kalabilme imtihanından geçiyoruz.
İnsanlığımız, her daim müslümanlığımızın önünde gelir.
Meselede galiba burda düğümleniyor.
İnsan olmadan müslüman olmaya çalışmanın ve bunun sonucunda ortaya çıkan çarpıklığın ortaya çıkardığı sorunlar ve o sorunların başımıza bela ettiği hadiselerdir.
Galiba insan olduğumuz gün, müslümanlığımız bize yük ve pişmanlık olmayacak, insan olmamızın tadına vardıracak ve o ilahi zevki tadacağız.
Allah hepimizi insan etsin.
İnsanlığa ulaşmış ve müslümanlığımıza şükretmenin tadına varmışlardan etsin.