MİT tarihinin gelmiş geçmiş en tartışmalı müsteşarı Fidan desek sanırım kimse itiraz etmez. Mayıs 2010 yılında müsteşarlık görevine atandığında MİT mazisi sadece 40 günlük olmasına rağmen atanması bile çok fazla ses getirmişti.
“İsrail devleti Fidan’ı kesinlikle istemiyor, İsrail istemiyorsa demek ki doğru karar” spotuyla kamuoyuna pazarlanırken İsrail’in düşmanı olan bir ismin halk nezdinde kabul görmesi çok hızlı olmuştu. Öte yandan belki de Türkiye tarihinin en büyük casusluk soruşturması olan Selam/Tehvid dosyasında ortaya çıkan tapelerde İran casusları, Fidan’ın müsteşarlığını, yüzyılın en büyük ataması olarak belirtiyorlardı.
Aslında İsrail’in karşı geldiği noktada tam olarak burasıydı. Fidan’ın İran’a olan aşırı yakınlığını bahane gösteriyor ve “ İsrail Türkiye arasında ki sırların İran tarafından öğrenileceğini” söylüyorlardı. Fidan’ın İran yakınlığı o dönemde pek bilinmese de sonradan oldukça çok tartışılmıştı. Özellikle katıksız bir İran aşığı olduğu bilinen hatta “Ölürsem mezarımı Kum şehrine gömün” diyen B. Atalay’ın tabiri caizse Fidan’a kol kanat germesi ile İran konusu kamuoyunda oldukça çok tartışıldı.
Fidan’ın Astsubaylıktan istifa etmesi ile birlikte kariyer basamaklarını üçer beşer çıkmasında Atalay’ın çok büyük etkisi olduğunu kimse inkar edemez. Almanya’da NATO karargahında çalışıyorken istifa etmesi ABD’de okuması sonra TİKA başkanlığından, Başbakanlık müsteşar yardımcılığına kadar atandığı pek çok makamda Atalay’ın etkisi vardır. Ancak Fidan için tartışılan tek konu İran değildir elbette.
Başta PKK’nın bel kemiği kırılmak üzere iken yaşanan Uludere faciası olmak üzere Reyhanlı, Suruç, Ankara, SultanAhmet saldırıları gibi pek çok terör eyleminde İstihbarat zaafı gündeme gelmiş, başta MİT olmak üzere Fidan oldukça sert eleştirilmişti. İstihbarat zafiyeti ise çok doğru bir eleştiriydi çünkü tüm istihbarat neredeyse tekel konumuna Fidan sayesinde MİT’e geçmişti.
Küçük bazı büroları saymazsak Türkiye’de etkin olan 4 büyük istihbarat teşkilatı vardır. Bu şekilde farklı kurumların olması pek çok gelişmiş devletin özellikle tercih ettiği bir noktadadır. Çünkü çok hassas olan istihbarat konusunda bir kurumun en ufak hatası çok büyük felaketlere gebe olmaktadır.
Fidan’la beraber yaşanan en büyük gelişme hem istihbaratın tekelleşmesi hemde diğer kurumların pasifize edilme süreci yaşandı. Özellikle Ergenekon operasyonları sonrasında tasfiyelerle beraber Askeri istihbarat kanadında bulunan GES komutanlığı ekibiyle beraber MİT’e devredildi. Dikkat çekilecek konu ise GES’in MİT’e devredilmesinden sonra etkinliği tartışılmaya başlandı.
Örneğin geçtiğimiz Kasım ayında yaşanan Rus uçağının düşürülmesi hadisesinde “Uçağın kime ait olduğunu bilmiyorduk” açıklamaları yapıldı. Ancak GES, Rus uçağı Suriye’de apronda uçuş vaziyetine geçtiği andan itibaren bunu tespit edebilecek ve takip edecek bir teknolojiye sahip. GES komutanlığının MİT’e devredilmesi ile birlikte Askeri istihbaratın elektronik dinleme izleme gibi pek çok önemli fonksiyonu da kapatılmış oldu.
Fakat asıl büyük kıyım Emniyet İstihbaratta yaşandı. 17/25 Aralık sonrasında tüm Emniyet teşkilatı hallaç pamuğu gibi savrulmuştu. Ancak bir noktaya dikkat çekmek isterim ki emniyet İstihbarat teşkilatında revizyon çalışmalarına başlanıldığında henüz 17/25 Aralık yaşanmamıştı. Mayıs 2013 yılında Emniyet İstihbarat biriminin beyin takımı olarak bilinen karargah personelinin neredeyse tamamı değiştirilmişti. İstihbarat dünyasında eşi benzeri olmayan bu durum o sıralarda oldukça fazla eleştirilmişti.
Teşkilat hafızasının sıfırlanması sonrasında yaşanan 17/25 Aralık kıyımları da tuzu biberi olmuş ve Emniyet İstihbarat teşkilatı işlevselliğini önemli ölçüde kaybetmişti. Halbuki Nazlı Ilıcak o dönemlerde yazmış olduğu bir yazıda 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının ortasında MİT’in olduğunu söylemişti. bu yazının ardından apar topar Sabah gazetesinden kovulmuş ve Emniyet içerisinde ki tasfiyelere hız verilmişti.
Emniyet İstihbarat teşkilatı özellikle rahmetli Özal döneminde özel statüye kavuşturulmuş ardından hızlı bir gelişme sağlamıştı. O yıllardan sonra gittikçe büyüyen,gelişen, teknolojiye ayak uydurabilen ve genç kadrosu ile günümüze kadar çok önemli başarılara imza atmıştır. Fazla geriye gitmeden yakın tarihimize baktığımızda; Ergenekon ve Balyoz Davaları’nın yanı sıra KCK’ya yapılan ve neredeyse örgütün belini kıran operasyonlar, “İzmir Askeri Casusluk Davası Operasyonları” ve meşhur “Selam Tehvid Dosyası” Emniyet istihbaratın yaptığı büyük başarılara örnektir.
Özellikle Askeri Casusluk ve Selam Tevhid Operasyonları’nda Iğdır’ da İran Ajanları’nın ‘bal tuzağı’ ile bürokatları agina dusuren yapıyı açığa çıkarması bile, teşkilatın sadece terör ya da kaçakçılık değil; İstihbarat dünyasındaki kontr-espiyonej konusunda da uzman olduğu ortaya çıkmıştır.
KCK operasyonları sonrasında meşhur 7 Şubat MİT krizi yaşandı. Oslo görüşmeleri için ifadeye çağrılması çok büyük gürültüye sebep oldu. Fidan’ın hedef gösterildiği ancak asıl amacın hükümeti devirme girişimi olduğu yazıldı, çizildi, yetmedi filmi bile çekildi. Yandaş medyanın ağzına sakız yaptığı darbe girişimleri sözlerini ciddiye almadan şunu net olarak belirtebiliriz ki Emniyet İstihbarat teşkilatının pasifize edilme süreci de bu gürültü ile birlikte başlamış oldu.
Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Ergenekon operasyonlarının yaşandığı süreç içerisinde başta TSK olmak üzere pek çok kurumda ya da siviller içerisinde operasyonlar yapıldı tasfiyeler yaşandı. Ancak bu süreçte dokunulmayan tek kurum MİT olmuştu. Halbuki Perinçek geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada “MİT’te halen daha çok güçlüyüz” demişti. Madem Ergenekon MİT’te çok güçlüydü bu niye hiç bir zaman tartışma konusu olmadı sormak gerekir.
Yine aynı şekilde paralel ya da cemaatçi safsatasıyla koskoca bir Emniyet teşkilatı alt üst edildi. Hem Emniyette hem de yargıda kavimler göçü yaşandı. Hali hazırda hedefte yine TSK var ve TSK içerisinde paraleller nakaratları söylenmeye devam ediliyor. Ancak yine MİT hiç bir şekilde dillendirilmiyor.
Fidan müsteşarlığa geldiği dönemlerde yine hakkında yapılan en büyük eleştirilerin başında dini gruplara ve cemaatlere çok yakın olduğu söylenmişti. Başta Sol veya Ulusalcı görüşlere sahip kişilerce Fidan için Cemaatçi ya da Tarikatcı yakıştırmaları yapılmıştı. Fidan ise bu süreç içerisinde pek çok dini cemaat ve gruplarla da temas haline geçmişti.
Ancak yaşanılan sürece bakılırsa bu yakınlaşmanın tasfiye amacı taşıdığı açık seçik ortaya çıkmaktadır. Henüz 17/25 Aralık yaşanmadan çok önce başlayan tasfiye süreçleri ve başta Sünni kesime biraz yakın olanların dahi fişlenip ihraç edilmesi Fidan imzası taşıdığı söylenmekte.
Özellikle Sünni cemaatlerin hedef haline gelmesi belki yine İran tartışmalarını beraberinde getirecektir. Ancak Cemaatin özel olarak hedef alınması sadece 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını kapatma girişimi olarak açıklamaya yetmemektedir.
Kimine göre yüzyılın ataması kimine göre de Sır küpü olan Fidan göreve geldiği günden beri en başta yazdığımız gibi en çok tartışılan isim oldu. Sünni cemaatlerin tasfiyesinden İstihbarat kurumların pasifize edilip tekelleşmesine kadar pek çok işe imza attı. Ancak basında yazanlara bakacak olursak sanırım önümüzde ki günlerde daha çok tartışacağız. Ancak net olarak şunu söyleyebiliriz ki her şey Fidan’la başladı Fidan gidince bitecek.