Hapishaneyi Medrese-i Yusufiye olarak gören bir gelenekten geliyorum. Ama Nur talebelerinin bu meseleyi hep yanlış anladıklarını düşündüm. Hele şimdilerde, Rusya’nın Medrese-i Yusufiye’sine düşmek şehvetiyle gidip oralarda risale sohbetleri düzenleyen bazı talebeleri tümden yanlış yolda biliyorum. Medrese-i Yusufiye isimlendirmesi Hazreti Üstad’ın istibdadın elindeki hapis silahını anlamsızlaştırma metoduydu. Hapse girerek değil, hapse girmeyi ceza olarak görmediğini ilan ederek zalim bir yönetimin ceza makinesinin çarklarını sabote etmişti… Aynı mantıkla darağacını terhis tezkeresi ve sürgünü hicret olarak adlandırmış, yine aynı mantıkla kendisine verilen yirmi aylık hapis cezasını ‘at hırsızlarına veya kız kaçıranlara verilecek bir ceza’ diye küçümseyerek, ‘ya beraat ya idam isterim’ diye haykırmıştı.

Medrese-i Yusufiye meselesini böyle görmekle birlikte, ben de kültür havzasında yetiştiğim Nur mesleğinin bu alt-üst edici stratejisinden yanlış bir şekilde etkilenmiştim. Nitekim, takip etmediğim ve edilmesini tasvip etmediğim bir Twitter kullanıcısı, adımı tutuklanacak gazeteciler listesinde iki defa zikrettiğinde hapse girmek fikri hoşuma gitmemiş değildi.

Geçen ağustos, Zaman’ın binasında ABD’nin Florida Eyaleti’nden bir iş adamını ağırlamıştım. Venezuela ve Küba’da yaşamış misafirim Türkiye’de medyaya yapılan baskılar konusunda biraz bilgi edinmiş, fazlasını öğrenmek istiyordu. O sordu, ben anlattım. Sonunda, “Tamam,” dedi: “Derhal ülkeyi terk ediyorsunuz.” Anlayadım. “Hemen çıkın, hiç vakit kaybetmeyin,” dedi. “Ne oluyor?” dedim. “Üç ay içinde terör örgütü ilan edilirsiniz. Sonra tek tek gazetelerinize kayyım atanmaya başlar. İki ila üç yıl içinde ülkede muhalif hiçbir gazete kalmaz.” deyiverdi. “Bu kehanetin kaynağı nedir?” demekten kendimi alamadım. “Sizin yaşadığınız her şey Venezuela’da da yaşandı. Diktatörler birbirlerinden öğrenir. Ülkeyi terk etmelisiniz.” dedi.

Medrese-i Yusufiye’ye girmek fikri o kadar da rahatsız etmiyordu. Hatta yıllardır bitiremediğim doktoramı bitirmek için bir fırsat olur diye düşünüyordum. Misafirime bu düşüncemi de açtım. “Yanılıyorsun, Türkiye’nin senin gibi dil bilen insanlara ihtiyacı var. Hapishanede milletine, vatanına hizmet edemezsin. Dışarıya çıkmalı ve ülkende yaşanmakta olanları dünyaya anlatmalısın. Hidayet Karaca’ya, onun gibi tutuklanarak yardım edemezsin.” dedi.

Üç ay geçmemişti ki İpek Yayın Grubu’na kayyım atandı. Hem de terör örgütü destekçiliği suçlamasıyla… Ertesi gün ülkemi, ülkeme hizmet ümidiyle terk ettim.

Amerika’da üniversitelerde konferanslar verirken yolum Florida Eyaleti’ne düşünce bu beyefendiyi de ziyaret ettim. Kendisine, “Üç ay önce öngörülerinizi çok anlamlı bulmamıştım ama haklı çıktınız,” dedim. “Gel, sana başka şeyler söyleyeceğim,” dedi ve devam etti:

“Güney Amerika’da avcılar maymunları yakalamak için ağaçların gövdesine maymunun elinin ancak sığabileceği bir kovuk açarlar. İçerisini biraz genişletir ve fıstık koyarlar. Fıstığın kokusunu alan maymun elini zor bela kovuktan içeri sokar, ancak fıstığı avuçlayınca eli büyüdüğü için bir türlü dışarı çıkaramaz. Avcılar yaklaştığında maymun kaçmak için elinden geleni yapar, ama avucundaki fıstığı bırakmayı düşünemediği için yakalanır. İş adamlarınızı bu halde görüyorum. Evlerine, arabalarına, fabrikalarına sarılmış orada duruyorlar. Oysa bir an önce dışarı çıkmalı, mal varlıklarını dışarı çıkarmayı ancak ondan sonra düşünmeliler. Avcı çok yakın!”

İş adamlarına, “Türkiye’yi terk edin.” demek benim haddim değil. Hem vatanımı topyekûn gulyabanilere bırakmak fikrini kabul edemem. Ama ‘yayılın dünyaya!’ diyen sesin, sesini duyurmak için ben de haykırabilirim.

Şunu artık iyi biliyorum: Elbette hapse düşmüş masumların hapis çilesi israf olmayacaktır. Ama vatana hizmetin adresi de hapishane değil. Artık mustaz’aflara hitaben buyurulan, “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” (Nisa suresi, 97) beyanını bir durum tespiti olarak değil, bir tespit daveti olarak okuyorum: “Allah’ın arzının hicret etmeye imkân tanıyan genişliğini araştırın, nerede davanıza daha rahat hizmet edebileceğinizi öğrenin, nerede rızık genişliği, hukuk genişliği, ikinci vatandaşlık genişliği, eğitim imkânları genişliği, dini yaşantının idamesi genişliği bulabileceğinizi öğrenin ve hicretinizi ona göre yapın.”

KERİM BALCI-YENİ HAYAT

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...