Böyle olacağı belliydi. Türkiye tam bir suç imparatorluğuna dönüştü. Suçlular güçlü olunca, haklılar ve masumlar suçlu oldu. Ülkede kontrolü ele geçiren kriminal bir güruh ulusal ve uluslararası hukuk açısından suç olan ne varsa yaptı. Sonra dönüp işledikleri suçları örtmek ya da suç olmaktan çıkarmak için yeni suçlar işledi. Hayır ve iyiliğe dair eylemleri ise suç kapsamına alıp masum insanlara zulmetti, zulmediyor.
Bu muktedir ve muhteris güruh başka ülkelerin içişlerine karışmaktan çekinmedi. O ülkelerde radikal grupları örgütledi. Eğitti, silahlandırdı. Uluslararası cihatçılar için Türkiye’yi en güvenli yer ve yol haline getirdi. Kanlı ellerinden tuttu, kendi ellerini kana buladı.
İhtiraslarının peşine düştükçe daha fazla paraya ihtiyaç duydu. Bu amaçla şehirleri, çevreyi talan etti. Sattı savdı ranta çevirdi. Sanki 70’lerin, 80’lerin arazi mafyaları bilindik raconlarıyla iktidar oldu. Başta İstanbul ülkenin her karışını parsel parsel ranta dönüştürdü. Oda yetmedi, uluslararası karapara trafiğinin aktörü haline geldi bu güruh. Rüşvet aldı. Hırsızlık, yolsuzluk yaptı. Ülke çıkarlarını yabancılara peşkeş çekti.
Aynı ihtiraslarla uluslararası radikal terör örgütlerinin payandası haline geldi. IŞİD ve el-Kaide’nin ülkemizde taban kazanmasına göz yumdu. Komşu ülkelerde kafa kesenlerin güçlenmesine destek oldu. Tahşiyeciler’de olduğu gibi el-Kaide uzantısı gruplara kol kanat gerdi. Casusluk ve terörde suçüstü yapılan İran bağlantılı Tevhid-Selam’da soruşturmaları gömdü. Ulusal çıkarlarımıza aykırı, milli güvenliğimize tehdit olan bu örgütün eylemlerini soruşturanları içeri tıktı. Tevhid Selam Terör Örgütü’nün Türkiye’de adeta devlet olduğu izlenimi doğdu.
İşledikleri suçların hesabını vermemek için daha büyük suçlar işlemeye koyuldu. Despotizmden başka bir çıkar yol görmedi ve tek yönlü bir yola girdi. Tam 2 yıl önce, gırtlaklarına kadar gömüldükleri suçlardan dolayı despotizme mecbur olduklarını söylemiştim. Becerebilirlerse bilindik anlamda hukukun kırıntısını bırakmayacakları konusunda uyarmıştım. Suçlarının önemlice bir kısmı uluslararası nitelikte olduğu için ülkeyi uluslararası hukukun etki alanından uzaklaştıracaklarına da dikkat çekmiştim.
Başka çıkışları olmadığı için niyetlerinden zerre şüphem yoktu. Ama ülke şartları, millet izanı, devlet ve uluslararası konjonktürün bu azgınlığa müsaade etmeyeceğine ve güçlerinin amaçlarına ulaşmaya yetmeyeceğine dair bir iyimserliğim vardı. Yanılmışım. Endişe ettiğimden bile hızlı ve ileri gittiler.
Ülkede özgür medya, bağımsız şirket, iş ya da sivil toplum örgütü bırakmamak için bu kadar pervasız ve ahlaksızca suç işleyebileceklerini tahmin edemedim. Tabii devletin bu kadar paçoz, yargının bu kadar aciz, milletin bu kadar yoz, muhalefetin bu kadar kof, aydınların bu kadar ucuz olabileceğini de…
Türkiye artık geri döndürülmez bir noktada. Bu aşamadan sonra yıkımsız bir çıkış gözükmüyor. Sadece Hizmet’i yok etmek için işledikleri suçların hesabını vermemek için bile olsa daha da despotlaşmaya mecburlar. Despotlaşıyorlar da. Durmadan suç işliyor ve çevrelerindeki herkesi suça ortak ediyorlar. Sonra dönüp işledikleri suçları suç olmaktan çıkaracak, kendilerine ve suç ortaklarına koruma sağlayacak dokunulmazlık yasaları çıkarıyorlar.
Yargıyı, polisi, orduyu vs. suçlarına ortak etmekle yetinmeyip Hitler’in SS ve SA’ları gibi paramiliter örgütler ve SADAT gibi paralı askerlerden oluşan potansiyel suç şebekeleri kuruyorlar. Tüm bunlar hepimizin gözleri önünde oluyor. Sonra Fuat Avni’nin Twitter’da paylaştığı korkunç planları görünce ilk kez duyuyormuş gibi şaşırmışı oynamayı çok seviyoruz.
BÜLENT KENEŞ/YENİ HAYAT