Yeni Hayat’ın gizemli yazarı Nazif Apak AKP’nin Reklam piyasasına nasıl çöktüğünü yazdı. İşte AKP’nin mafyatik yöntemlerle reklam piyasasına çöküş öyküsü:
Gezi olayları sırasında en dikkat çeken olgu, protestocuların üretken iletişim gücüydü. Gülümseten, inceden inceye göndermeler yapan sloganlar, belleklerde iz bırakan çıkışlar. Bu duruma birileri çok fena bozulmuş, kafayı bu iletişim gücüne takmıştı. Nasıl oluyor da toy delikanlılar bu kadar üretken işler yapıyor ve mesajları hızla yayılıyordu. Kısa filmlere, animasyonlara vs. bakınca gıpta ediyorlardı…
Gezi, sadece iletişimden ibaret değildi aslında; ama bir ekip işin sadece bu kısmıyla ilgilendi. Sosyolojik gerçekliği daha önemliydi. Bu nedenle AKP sempatizanı pek çok kişi de Gezi’ye destek veriyordu ilk günlerde. Çarpıcı bir örnek: Eski bir bakan, Vali’yi arayıp sert müdahale metotlarının yanlış olduğunu söyleyince Vali Bey: ‘Hayırdır; çocuğunuz için mi kaygı duyuyorsunuz’ demiş, AKP kurucusu bakanı öfkelendirmişti. Neyse, konumuz bu değil.
Gezi sonrası reklamcılık sektöründe darbe yapıldı. Gezi’deki iletişim gücüne kafayı takanlar, intikam için piyasadaki en güçlü reklam firmalarını hedef aldı. Üç önemli reklam şirketini Gezici olmakla suçlayıp onları dize getirmek için bir dizi operasyon başlattılar.
Önce bu kişilere mesajlar gönderilmeye başlandı. Reklam şirketlerine ağır bedel ödeyecekleri söylendi. Panik havası oluşturuldu. Herkes korku atmosferinden etkilendi. Bu kişilerden birisi (mesela) iktidarla arası çok iyi olan bir iş adamıydı. Ne var ki adamın reklam ve filim işleri için kiraladığı plato bir AKP’li bir belediyeye aitti ve onu iptal etmekle tehdit ediliyordu artık. En yakın adamının kellesi isteniyor; aksi takdirde TRT başta olmak üzere ürettiği yapımların sonlandırılacağı söyleniyordu.
En ağır darbeyi Serdar Erener’e vurmayı denediler. Önce arkadan çekilmiş bir fotoğrafın Erener’e ait olduğunu iddia etti çapsız bir yandaş gazete. Yüzü belli olmayan fotoğraftaki adam NTV’yi protesto etmek için gelenlerin arasındaydı güya. Palavra gazetenin kıvrak yöneticisine ‘Ayıp olmuyor mu’ diye soranlar adamın pişkin cevabına muhatap oldu: Ya biz eğleniyoruz bu haberleri yaparken, niye bu kadar ciddiye alıyorsunuz ki!
Eğlence! Oysa konu eğlencelik değil ekonomik idi.
Gezici reklamcılar diye adı çıkan kişiler tek tek fişlendi. Bunu akraba kontenjanından medya patronluğuna yükseltilen malum zat yaptı. Kara listeler reklamcılarla sınırlı kalmadı dizi yapımcı ve oyuncularına sıçradı. Mc Charty döneminde Hollywood’ta ne yapılıyorsa aynısı yapıldı. Bir figüran bile bir dizide rol alacaksa kara listeye bakılıyordu. Hala da öyledir.
İkinci aşamaya geçildiğinde bazı reklamcıların işleri ellerinden alındı. Kamu/yarı kamu kuruluşları ve özel şirketlere haberler uçuruldu, hangi firmalarla çalışılmaması gerektiği telkin edildi. Sadece reklamın üretilmesi değil; mecraların dağıtılması da kontrol altına alındı. Sözleşmeler iptal edildi, sektör bir siyasi çerçeveye sıkıştırıldı…
Peki sonuç? Gezici diye fişlenen şirketlerin işleri ‘yandaş şirketler’e devredildi. Yani bir kez siyaset maskesi kullanılarak rant elde edildi. Piyasayı ele geçiren şirketlere bir bakın: Evlat-damat bağlantılı yapım şirketleri, Ak reklamcıların değişik isimlerle devreye soktuğu işletmeler. Billboard firmalarını bile öyle ele geçirdiler ki Ak reklam lobisinin izni olamadan tek bir afiş bile asamıyorsunuz.
Resmen Gezi bahane edildi, iletişimcilere diz çöktürüldü; dahası, birileri hiç yoktan zengin oldu. Daha on sene önce geçim sıkıntısı yaşayanlar şimdi araba koleksiyonlarını koyacak yer bulamıyor.
Adalet mi bu?
Not: CHP reklamını Ali Taran aldığında Ahmet Hakan gibi birçok kişi bunu sorguladı. Olayın aslı şu idi: Taran dışında hiç bir reklamcı o işi almak istemedi. Korktular. Hatta CHP’liler yılların reklamcısı Yiğit Şardan’a gittiğinde ‘Valla benim sadece adım Yiğit’ diyerek kapıyı göstermişti. Gazete ve TV’lere kayyım gaspıyla çöken mafyanın reklam ve yapım şirketlerine yaptığı baskılar da bir gün mutlaka ayrıntılarıyla yazılacak…