Geçen gün Fuat Baran, OnBeş Temmuz sürecinde çeşitli hukuksuzluklara maruz kalan cemaat mensuplarına yönelik önemli bir çağrı yaptı. Soruşturmalar boyunca hukuki haksızlıklara ve işkencelere maruz kalan, insan hakları ihlallerine tanık olan kişilerin bunları kaleme almasını, yaşadıklarını yazmasını ve gelecek için bir arşiv olmak üzere bu türden durumların -en azından yazı olarak- kayıt altına alınmasını istedi. Sonuna kadar desteklediğim harika bir öneri. Bu çağrı için kendisini tebrik ederim. Konunun insan hakları ihlalleri boyutuna ciddiyetle odaklanmak gerektiğine inanan biri olarak bu gayreti gönülden desteklerim. Bu noktada hemen belirteyim; bunu cemaatle ilgili herhangi bir aidiyetimden dolayı değil, insan hakları savunucusu kimliğimle destekliyorum.

Ancak bu güzel ve içten gayretin önünde, maalesef büyük bir engel var! O engel de bana göre, bizzat cemaatin yapısından kaynaklı bir bariyer… Özellikle eğitim konusunda ciddi bir organizasyon becerisi geliştirmiş bu yapının, aynı başarıyı başka alanlarda gösterememiş olması büyük problem. Eğitim sürecini bu yapının kurumlarında geçirmiş kaç tane yazar gösterebilirsiniz? Şimdi kapatılmış ve teker teker -güya- “fethedilmiş” olan o kadar eğitim kurumunun bu ülkenin edebiyat camiasına, tiyatro camiasına ya da toptan söyleyelim; yazın camiasına kazandırdığı kaç isim var? Yazın konusunda bu kadar bakir bir insan topluluğundan nitelikli yazın ürünleri beklemek ne kadar gerçekçi olur? En azından bu topluluğun, böyle bir ürün için yeterli pratiği yok…

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde ciddi eğitim gayretleri olan ve örnek bir eğitim sistemi geliştiren bir yapıdan bahsediyoruz. Böyle bir vizyonu ya da başarıyı gösterenler, başka ülkelerden-gruplardan birileri olsa idi şimdiye kadar bünyesinden en az otuz tane eğitim kuramcısı çıkarırdı. Uluslar arası eğitim literatürüne, en az yüz tane eğitimle ilgili kavram ve terminoloji eklenirdi. Onlarca kalın kalın eğitim kitapları yayınlanırdı. Heyhat! Benim bilebildiğim kadarıyla bu yapıdan, bir tane bile böyle bir eğitim kuramcısı çıkmadı. Cemaat mensupları, okumak ve yazmak konusunda ciddi anlamda kusurlular. Okumak konusunda sadece kendi literatürleriyle sınırlı, kısmi bir okuma pratiği ile günümüz dünyasına bir şey sunabilmek maalesef imkansız.

Meslek felsefecileri, uygar dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu fikir insanları grubu. Cemaat bünyesinde, eğitim konusunda her biri, iyi birer “teknisyen” olan çok sayıda insan var. Bu güzel bir şey elbette. Ancak bu yapının bir tane bile “teorisyen” ya da “eğitim felsefecisi” çıkaramamış olması büyük ayıp! Nasıl olabilir böyle bir şey? Okumak ve yazmakla, yani eğitimle bu kadar içli-dışlı bir kesimden nasıl olur da herhangi bir felsefe ya da yazma uğraşısıyla ilgilenen -hatırı sayılı- on kişi bile çıkmaz! Gayret başka bir şey, herhangi bir sosyal yapının kendi kültür dünyasını oluşturması başka bir şey… Cemaat mensupları, belki çok gayretli kişiler; evet ancak kültür dünyasındaki eksiklikleri, görmezden gelinemeyecek kadar ağır kusur.

İnsan hakları, soykırım, adalet ve eşitlik gibi günümüze ait onlarca sorun hakkında hiçbir fikirleri yok. Bu konularla hiç ilgilenmemişler. Hatta öyle ki kendi içlerinde bu konuların kapağını az kaldıranlara bile iyi gözle bakılmamış. Örneğin Türk Tabipleri Birliği (TTB)’ne yıllardır kötü gözle baktılar. Cemaat medyasında TTB ile ilgili bir tek -olumlu demiyorum- nötr haber bile çıkmadı.  Ancak süreçte gelinen noktaya bakın şimdi:  Kendilerine “soykırım” uygulayan Türkiye’deki sağ kesimden, temel insan hakları, işkence ve hukuk konularında tek bir ses çıkmazken; TTB, bu süreçteki insan hakları ihlallerini gündeme getiren nadir kuruluşlardan biriydi.

Tekrar başa dönersek, Fuat Baran’ın bu çağrısını çok önemsiyorum. Gelecekte bu günlerle alakalı belki pek çok film, belgesel çekilecek; kitaplar yazılacak. Ancak bunun olabilmesi için cemaat denilen yapının, tıpkı eğitimde olduğu gibi kendi kültür vizyonunu geliştirmesi elzem. Yoksa geçmişten bugüne gelen yaklaşım devam ederse bırakın belgesel çekmeyi; Fuat Baran’ın e-posta adresine bir elin parmaklarından fazla sayıda materyal düşmez. Gelenler de ancak üçüncü sınıf bir belgesele malzeme olur, o kadar!

Yaşanılan onca dram da yaşandığıyla kalır…

Tabi bazı okuyucular şöyle diyebilir; “yazıp yazmamak ne fark eder ki birader, zaten Yüce Makam tarafından kaydedilmiyor mu yaşananlar?”

Eh, o zaman siz bilirsiniz!

Benim gibi “öte dünya” konusunda şüphesi olanların gözündeki değeriniz de yaşadıklarınızı bu dünyada kaleme aldığınız ve sunumunu yaptığınız kadar olur!

Ne diyeyim!

 

Ahmet Faruk ÖZKAN

23 Ağustos 2016