Diğer bölgelerde var mıdır bilmem ama Ege’de hoşuma giden bir atasözü kullanırlar: “Şeytan elini eteğini çekti” derler. Ölen birinin arkasından kötü konuşanı uyarmak için kullanılır bu atasözü. Şeytanın bile uğraşmadığı, imtihan dünyasından terhis olmuş kişiyle sen de uğraşma uyarısının veciz söyleyişe dönüşmüş halidir bu atasözü.

Ölümden söz açtığıma göre, lafın nereye gideceği belli. Geçen hafta Salı gece yarısı Süleyman Demirel hayatını kaybetti. Demirel’in kaybı herhangi bir kişinin ölümü gibi değildi. Demirel, siyasi hayatın tam ortasında yer almış ve tam kırk yıl ülkenin kaderinde birinci derecede belirleyici olmuş bir isimdi. Son on yılında d kamuoyunun önüne pek çıkmasa da, karar vericilerin her zaman görüşlerine baş vurdukları bir isimdi.

Süleyman Demirel’in ölümünü herkes mesleğine, meşrebine göre değerlendirdi. Doğrusu da zaten budur. Kimse böyle bir isim için kolay kolay pure-nesnel, objektif bir durum değerlendirmesi yapamaz. Değer hükümleri genellikle o kişinin bizde bıraktığı izler üzerinden gidilerek verilir.

91 yaşında sonlanan bu uzun hayatta Süleyman Demirel tartışılacak pek çok şey yaptı. Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idamında takındığı tavır, 1970’lerin sıcak günlerinde söylediği sözler Demirel’i hep takip etti. Ancak özellikle sağ kesimde bu eleştirilerin karşılığı yoktu ve hiç olmadı. Çünkü Türkiye’de geniş kitlelerde varolan muhafazakarlık, dindarlık ve hatta İslamcılık “sağcılık”la fazlasıyla içiçe geçmişti.

O yüzden bu kitleyi asıl yaralayan Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının asılması değil, Demirel’in 28 Şubat’taki duruşu olmuştu. Peki, Demirel’in 28 Şubat’ta bu duruşu sergilemek dışında yapabileceği bir şey var mıydı? Bence olaya asıl buradan bakmak gerekir. Süleyman Demirel, altında çalıştığı başbakanın asılışını görmüş bir siyasetçiydi. Hemen arkasından Talat Aydemir’in başıını çektiği iki isyanın bastırılışını yaşamıştı. 12 Mart 1971’de muhtırayla devrilmiş, 12 Eylül 1980’de askeri darbeyle hükümetten ve siyasetten uzaklaştırılmıştı.

Süleyman Demirel’in 28 Şubat’ta izlediği siyasetin temel unsuru askerin kışlasından çıkmaması ve Meclis’in açık kalmasıydı. Askeri baskının yoğunlaştığı, kesifleştiği günlerde Demirel elinden geldiğince, demokrasinin daha fazla hasar almaması için uğraşıyordu. Bunun en somut göstergesi de askerlerin Demirel’e olan tepkisiydi. Askerin hem İstanbul kanadı hem de Ankara kanadı Demirel’in kendilerini oyaladığını düşünüyordu. Bunu zaman zaman dile getirmekten de çekinmiyorlardı. Bu görüşü seslendirenlerin en başında dönemin kudretli amirali Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya geliyordu. Hamleleri ve ön almaları sayesinde kamuoyunda oluşan hava askerlerin Demirel’e tepki göstermesine imkan vermiyordu. Demirel “İşte çağdaş Türkiye” derken, aslında askerin elini-kolunu bağlıyordu.

Hizmet Hareketi’yle ilişkisi de hiçbir zaman çok soğuk olmadı. 28 Şubat’ın en sıkıntılı günlerinde Fethullah Gülen’in elinden ödül alan Demirel’di. Fatih Üniversitesi’nin açılışına katılan Demirel, zor günlerde Gülen’e iki kişiyle mesaj göndermişti. Yine bu dönemde Hizmet’in yurtdışında açtığı okullar için gerekli referansları vermekte tereddüt etmemişti. AKP zulmünün doruk noktasında olduğu günlerde ise, kendisinden görüş soranlara Hizmet’in yanında durmaları gerektiğini söylemişti.

Dünya sınavını tamamlayıp, beka yurduna uğurladığımız Süleyman Demirel’e Allah’tan rahmet diliyorum.