Suriye’ye askere müdahalenin istediği şu günlerde geriye dönük bazı gelişmeleri tekrar gözden geçirmekte fayda var.
Emekli Yarbay Ralph Peter 2006 yılında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde “Daha iyi bir Ortadoğu nasıl olabilir?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazı aslında bölgemizde yeni haritaların çizilmesine yönelik düşünceleri içeriyordu. Buna göre; Irak toprakları üçe bölünüyor, kuzey Irak’ta Özgür Kürdistan, orta Irak’ta Vahabi-Selefi temelli Sünni Arap Devleti ve güney Irak’ta ise Şii bir Arap Devleti öngörülüyordu. Wilsoncu diyebileceğimiz Peters “azınlıkların durumu gözetilerek yeni sınırlar çizilmeli” noktasından hareket etmişti.
The Atlantic Monthly Dergisi Jeffrey Goldberg imzasıyla yayınlanan bir makalede benzer bir haritayı 2008’de tekrar gündeme getirdi.
İhtimal ki AKP kadroları bu haritalara ikna edilmiş olacaklar ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 24 Mart 2009 tarihinde Bağdat’ı ziyarete giderken uçakta gazeteciler ile yaptığı sohbet sırasında Kuzey ırak bölgesi için ilk defa Kürdistan ifadesini kullandı. Türkiye için meşhur çözüm sürecinin de temelleri böylelikle atılmış oluyordu.
19 Ekim 2009’da Habur sınır kapısında 34 PKK militanı teslim oldu.
!3 Eylül 2011’de ise meşhur Oslo Görüşmeleri kayıtları internete sızdırıldı.
Savcı Sadrettin Sarıkaya bu görüşmeler ile ilgili olarak 13 Eylül 2011 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifade çağırdı ve ip burada koptu. Sonrasında yaşananlar malum.
28 Aralık 2011 tarihinde ise Uludere Olayı ile bir güç adeta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hamle yaptı ve onu zan altında bırakarak çözüm sürecine hesap dışı müdahalelerde bulunmamasının ilk adımı attı.
Bu noktada durup biraz geriye gidelim.
Ergenekon Soruşturması telefon ile gelen bir ihbar üzerine 12 Haziran 2007’de İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduda 27 adet el bombasının bulunmasıyla başladı. Pek çok sivil ve asker tutuklandı ve yargılandı. Ama enteresan bir şekilde bu soruşturmalar yürüten devlet görevlileri cemaatle ilişkilendirilerek laik ve ulusalcı çevrelerde bu kesime karşı ciddi bir nefretin uyandırılması sağlandı. Sanki ilerideki büyük tasarım için cemaat tuzağa düşürülmüş ve pazifize edilmesi için ilk adımlar atılmıştı.
31 Mayıs 2010 tarihinde yaşanan Mavi Marmara Olayı’na bağlı olarak Fethullah Gülen’in yaptığı değerlendirmeler ustaca çarpıtılarak cemaat İsrail ile işbirliği yapmakla suçlandı ve muhafazakâr kesimler nezdinde değeri azaltıldı.
Savcı Sarıkaya olayı ile cemaat çözüm sürecine karşı imiş gibi gösterilerek iyice etkisiz hale getirilmeye çalışıldı.
17-25 Aralık süreci bahanesiyle cemaat kendi tarihinde görmediği kadar büyük bir baskı altına alınarak devletin bütün kurumlarından tasfiye edilmeye başlandı.
Bir güç adeta en baştan beri hazırlanmış olan “Kürdistan Projesi”nin önündeki en büyük engelin cemaat olduğunu düşünüyor ve onu aşamalı olarak oyunun dışında tutmaya çalışıyordu.
Bütün bunlar yaşanırken Türk Silahlı Kuvvetleri’nde paralel bir yapının varlığı yandaş medya tarafından aşamalı olarak gündeme taşındı. Bu konu ile ilgili olarak kamuoyunu yönlendirici haberler yapıldı.
Ben şahsım adına bu büyük oyunu kurgulayan her kimse, bölgemizde Türkiye’yi de içine alacak bir Kürdistan Projesi için “son bir engel” olarak Türk genelkurmayını gördüğünü düşünüyorum. Suriye savaş ilan edilir edilmez onu bilemem ama bu süreçte “nihai hedefe” ulaşmak için oluşturulacak kamuoyu ile silahlı kuvvetlerde büyük bir tasfiyenin planlandığı ile ilgili kanaatim güçlü.
Tabi evdeki hesap çarşıya uyarsa.