Çok şaşırıyorum, gerçekten şaşkınlık içindeyim. Yaşadıkları bunca insan hakkı ihlallerine rağmen, hala dişe dokunur tek bir ses çıkaramayan bir kitle var. İnsanın hakkını araması, yaşadığı ıstırap ve sıkıntıları kamuoyuna duyurması bu kadar zor olmamalı. Hele günümüzdeki gibi sosyal medya imkanlarının her an elimizin altında olduğu böyle bir ortamda.

Daha önce de birkaç kez dile getirmiştim. Ben, meseleye insan hakları bağlamında bakıyorum. Onun dışındaki, şahsıma yönelik tüm yakıştırmalar ve damgalamalar birer kuruntudur. Cemaat mensupları, özellikle de 15 Temmuz sonrası inanılmaz ve ağır bir insan hakkı ihlalleri silsilesine maruz kaldılar. Bu zulme, toplumun -neredeyse- hiçbir kesiminden itiraz sesi yükselmedi. Cemaatin, bu toplum içinde bu kadar derin bir “yalnızlaşma”yı nasıl başardığı ayrı bir yazının konusu. Oysa bu hak ihlalleri halen tüm şiddetiyle devam ediyor. Ancak bu insanlar, uğradıkları haksızlıklara karşı öylesine “ezik” ve “sanki suçluymuş gibi” bir tavır takınmış durumdalar ki akılla izahı yok.

Sayısı artık yüzbinleri bulan KHK mağdurlarına, Türkiye’nin seneler önce kabul ettiği “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nden 25. maddeyi hatırlatmak isterim: “Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir.” Her kim ki KHK ile görevden alındı ise “kendi iradesi dışında oluşan bu koşuldan doğan” böylesi bir mağduriyetten dolayı, devletin bakmakla yükümlü olduğu kişi sınıfına girer; girmelidir. Sırf bunun için bile mücadele etmeye, sosyal medyada gündem yaratmaya, sesinizi topluma duyurmaya çalışmaya, çabalamaya değmez mi?

Hangi çağda yaşıyoruz? Devlet seni işten attı diye boynunu büküp oturmak, kaderine razı olmak da nereden çıktı? Bakınız bu konuda sol kesim ne kadar başarılı örnekler sunuyor. Son KHK’da soldan akademisyenler de yer alınca ortalık nasıl hareketlendi. O günden beri bir daha KHK bile yayınlanamadı! Derdine gündem oluşturma, sosyal medyayı kullanma, “acaba bir şeyler yanlış yapılıyor olmasın?” sorusunun muktedirlerin zihnine düşürme vs gibi nice başarılı sonuçlar elde edildi. Oysa benzer durumların bin beteri, cemaat mensubu olduğu vehmedilen kişilere aylardır uygulanıyor. Yahu tek bir itiraz, reddiye, eylem vs. duymadım, görmedim, okumadım ben. Hadi mevsim kıştı, sokaklar müsait değildi; e peki sosyal medya ne güne duruyor?

Burada “onur” kelimesini, insanın kendine karşı duyduğu saygı anlamında kullanıyorum. Yahu bu sessizlik, bu kabulleniş nasıl bir iştir? Kendi başına asla karar alamayan, tek başına olduğunda karar alma mekanizmaları felç olan insanlar mısınız siz!? Koca bir memleket, her gün size karşı bunca nefret suçu işlerken de mi bir yerlerden “istişare kararı” gelmesini bekliyorsunuz. Bir sendikaya üye imiş diye işinden olan öğretmen, bir derneğe yardım yapmış diye okulundan atılan akademisyen, bir bankadan ev kredisi çekmiş diye kapı dışına konuşan doktor… 15 Temmuz’da yaşananlarla sizin ne ilginiz var! Siz, yukarıda birileri tepişiyor diye ezilenlersiniz. Siz masumsunuz, haklısınız. Bu suskunluk niye!

Koca koca kadınlar ve adamlarsınız. Kendinize hiç mi saygınız yok! Tamam bunca sene, olabilir, belli bir yaşam ve eğitim modeli içinde büyüyüp bugünlere geldiniz. Ama lütfen kabul edin artık; o devir bitti. Bu çetin koşullarda artık tek başınızasınız. Sizin yaşadıklarınızı, acılarınızı, dertlerinizi anlayabilen; gözüyaşlı çocuklarınızı gördüğünde yüreği burkulan duyarlı insanlardan başka kimseniz yok. Tüm mağdurlarla birlik olmadıkça, haklılığınızı, suçsuzluğunuzu ve mağduriyetinizi haykırmadıkça kimseden bir şey beklemeyin. Bakın siz bu ülkenin saf ve temiz evlatları olarak burada, çilenin bin bir türlüsüyle boğuşurken yere göğe sığdıramadığınız insanlardan kaç tanesi yanınızda?

Kendinize biraz saygınız varsa, yani birazcık onurunuz varsa artık bir ses çıkarın lütfen. Ülkenin referanduma gittiği şöyle bir ortamda bile sesinizi duyuramayacaksanız; bunca senedir yapılan hayırlı işlerin ve onca “dik durma”nın ardından kendi hakkını dahi arayamaz bir pozisyona savrulmanın, bana göre hiçbir izahatı olamaz. Sanki göklerden bir karar gelecek ve her şey bir anda düzeliverecek, öyle mi? Üzgünüm ama, öyle bir şey yok! Ne yapacaksanız siz kendi ellerinizle, tırnaklarınızla hakkınızı araya araya, hak ve hukuk mücadelenizde demokratik yollardan sapmadan milim milim yol alarak yapacaksınız.

Elbette, burada çekilen sıkıntıların mükafatını öbür tarafta alacağınızı düşünüyor da olabilirsiniz. Bu sessizliğiniz, kadere boyun eğişiniz ve akla aykırı eylemsizliğiniz belki de bundandır. Ona diyecek bir şeyim yok, yalnızca saygı duyarım. Sonuçta herkes, istediği her türden metafizik öğretiye inanıp inanmamakta özgürdür. Yine de benim naçizane düşüncem, kendine saygı duyan onurlu insanların bu türden kişisel -iç- hesaplaşmalarını bu hayatta gerçekleştirmelerinden yana. Bana şahsen, içinde yaşadığımız reel dünyada “öbür taraf” hakkında kimsenin bir şey bilebilmesi pek mümkün görünmüyor. Sırf o nedenle bile, haksızlığa uğramış kişiler mücadele ederek ve görülmemiş etkili yöntemler geliştirerek haklarını aramalıdırlar.

Bu hak arayışında kaşına-gözüne bakmadan, başındaki örtüye, belindeki mini eteğe, çember sakalına veya herhangi bir cemaat-mezhep-sosyal aidiyetine bakmadan hakkını arayan insanların yanında bulunmayı önemli bir erdem ve ödev saymaktayım. Tabii ki bu yol, dikensiz gül bahçesinden geçmiyor. Yine de ben bu yolda nice riskler almaya değeceğini düşünüyorum. Herkesin sustuğu bu zamanda, Yeniyön’deki bu yürekli insanların yanında yer almak bile, ciddi bir risk değil mi ki zaten!

Ama ne fayda, hakkını arama refleksinden yoksun kişiler için ne yapsan boş!

Yağmur altında bile ıslanmayanlara diyecek bir şey yok…

Ahmet Faruk ÖZKAN

9 Mart 2017