Bir grup akademisyen son dönemlerde Cemaati eleştiren yazılarıyla dikkat çekiyor. kitalararasi.com da çıkan yazıları son zamanlarda farklı mecraların da ilgisini çekmeye başladı. Ben bu akademisyenlerin yazdıklarının bazılarına katılıyorum bazı noktalarda da onların görüşlerine karşı çıkıyorum. Ancak bir noktada onları her şeyimle savunmaya hazırım; o da o akademisyenlerin ifade özgürlüğü.
Görüşlerine katılmasam bile onların ifade özgürlüğünün her şekilde sınırlandırılmaya çalışılmasına karşıyım. Cemaatin içinden gelen ifade özgürlüğünü sınırlayıcı tutumları bir kaç şekilde sıralayabiliriz ama bunların en belirgin olanı şu: “siz bu konuda hiç akademik çalışma yaptınız mı ki eleştiriyorsunuz? Siz ilahiyatçı mısınız ki dini konularda konuşuyorsunuz? Üstadı ve Hocaefendiyi tam olarak biliyormusun ki bu eleştiri hakkını kendinde buluyorsun? Kimden ne aldınız? Villa mı verdiler ki bunları yazıyorsunuz?” türünden birbirinin neredeyse basma kalıp cevaplarla bu insanların ifade özgürlüğü sınırlandırılmaya çalışılıyor. Belli ki bu savunma anlayışı Cemaatin ezberini yansıtyor.
Görüşleri ne kadar saçma olursa olsun -ki ben o akademisyenlerin görüşlerinin saçma olduğunu asla düşünmedim- bu kişilerin veya başkalarının cemaati eleştirmesi hangi şekilde olursa olsun engellenmemeli. Artık Cemaat tabanı veya tavanı AKP trollerinin mantığıyla insanları susturmaya çalışmayı bir kenara bırakmalı.
Cemaat de, Fethullah Gülen de, Said Nursi de hepsinin düşünceleri de eleştirilir. hem de amasız, fakatsız, her zaman, her yerde, herkes tarafından eleştirilir eleştirilmelidir. Eleştirenlerin ideolojisine, amacına, niyetine bakmaksızın tamamının ifade özgürlüğünü savunurum.
Benim cemaate yönelik eleştirilerime gelince, benim eleştirlierimin bir amacı/öznesi, iki aracı/nesnesi var. Eleştirilerimin ana amacı, iflah olmaz reformcu ruhumla, ve halen Anadolu’nun muhafazakarlarından umudunu kesmek istemeyen bir akademisyen olarak Cemaate gördüğüm bir gelecek umudundan dolayı eleştiriyorum onları. Cemaat eleştirilerimdeki araç/nesneler ise, Cemaatin mevcut yönetim şekli, Türk muhafazakar kültürüdür.
Ben Cemaatin halen muhafazakarları, dini ve dünyadaki İslam’ın olumsuz algısını tersine çevirecek bir yapıya va anlayışa en uygun İlsami topluluk olduğunu gördüğüm için eleştiriyorum. 2016 Darbe teşebbüsünden sonra -tabirimi hoş görün- Cemaat kafası kesilmiş bir tavuk gibi amaçsız ve nedensiz oraya bıraya çırpınıp duruyor. Oysa ne kafası kesildi ne de çaresiz cemaat. İşte bundan dolayı eleştiriyorum.
Cemaatin yarının umudu olma potansiyelini -evet her şeye rağmen bu potansiyeli var- İlayiyatçı teveklülü ve mühendis kafasıyla yoğrulmuş muhafazakar Türk kültürü nedeniyle göremeyen, değerlendiremeyen, haraç mezat harcayan Cemaat tutumunu eleştiriyorum.
Tane tane anlatmayı deneyeyim:
- Bir sosyal/siyasi hareket, kabaca üç ana etken tarafından büuyütülür ya da küçültülür. (siz buna Allah’ın inayeti de diyebilirsiniz, inancınıza karışmam) ama sosyal bilimler açısından bu üç ekten, context, text, ve aktördür. Yani siyasal, sosyal, ekonomik çerçeve (context), düşünce, anlayış, felsefe, inanç (text) ve aktörler (insan kurum gücü).
- Bu üç etkenin uyumlu halde bulunması bir soysal yapıyı büyütür. Bu üç ekenin uyumsuzluğu ise sosyal yapıyı küçültür ya da yok eder.
- Cemaatin tarihi bakımından bu üç etken 1980’li yıllarda Özalın liberalleştmesi (context), Cemaatin diğer cemaatlere göre daha modern tutumu (text) ve insan gücü ve kurumları (öğrencileri, yurtları, okulları) uyumlu olduğu için cemaat büyüdü.
- 1990’lı yıllara gelindiğinde yıkılan Sovyet bloğu, Afrika açılımı (context), Cemaatin demokrasiyle uyumlu söylemi (text), ve yetişmiş insan gücü (özellikle öğretmenler) aktör olarak Cemaati dünya sahnesine taşıdı.
- 2000’li yıllarda AKP’nin iktidara gelişi ve Askere karşı verdiği mücadele, AB müzakereleri süreci (context), Cemaatin dindar yapısı, batıcı demokratik düşüncesi (text) ve yetişmiş kadroları (bürokratları) aktör olarak Cemaati Türkiye’nin temel lokomotifi haline getirdi. (Siz buna Cemaat dünyayı bıraktı Türkiye’ye de yönledi diye bakıp cemaati eleştirebilirsiniz de. Bakış açınıza göre değişir bu konu) Cemaatin Türkiye’deki gücü (context) bir anda onları dünanın da ilgi odağı yaptı.
- 2010 yılından sonra ise AKP’nin devleti ele geçirmesinden sonra Cemaate karşı tavır alması contexti değiştirdi. Cemaat bu contexte uygun bir text ve aktörlerle karşı çıkmak yerine kendi textini değişen contexte uydurmaya/dayatmaya çalıştı ve aktörlerini bu mücadelede bir manivela gibi kullandı.
AKP’nin ve Erdoğan’ın amacı Cemaati bitirmekti. (Zaten Erdoğan bunu artık açık açık ifade diyor 2010 yılından beri bunlarla mücadele ediyorum deyip o döenmde “göten ne geldi ki yer kabul etmedi tarzı çağırıların yalan olduğunu itriaf ediyor, böylece münafıklığını da gizleme gereği duymuyor.)
İşte Cemaatin en büyük yanlışı değişen contexti iyi okuyamayıp ona uydumlu bir text yazamamasıydı. (işte bu noktada İlahiyatçıların yetersiz bakış açısı ene büyük nedendir bu ayrı bir tartışma konusu, yukarıda sözünü ettiğim ilayiyatçı itikatı ve münendis kafasının etkisi büyük bu sorunda)
- 2016 15 Temmuz travmasından sonra ise Cemaatin hem contexti hem texti hem de büyük oranda aktörleri yani insan kaynağı hasara uğradı.
- Ancak bu zarar onarılamaz bir zarar değil. Nitekim cemaat de kendini özellikle batıda toprarlamaya başladı. Ancak cemaat kendini toparlarken eksi kontexte, eski texte ve eski aktörlere dayanarak bir toparlanma çabası gösteriyor. Cemaatin ileri gelenlerine göre “kafası karışıklarla” “zihni berrakların” mücadlesinden “zihni berraklar” yani eski textin aktörleri bu sürecin toparlayıcısı olacak. İşte eleştirdiğim ve Cemaatin tavanında hakim olduğunu gördüğüm düşünce tam da bu:
a) Cemaat Türkiye contextinden kurtulmak zorunda ama bir türlü kurtulamıyor. Cemaat bizzat kendi kadrolarının ya da cemaat abilerinin yarattığı, büyük oranda İlahiyatçı ve Mühendis muhafazakarlığının karışımı (kesin inanç keskin görüş karışımı bir muhafazakarlık bu) bir kültürün mahkumu durumunda.
İçine girdiği yeni kontextin ne olduğunu nasıl bir şey olduğunu henüz tanımlayamadılar. Tavan tanımladıysa da bu tabana yansımış değil. Çünkü ellerindeki tek metre, tek ölçüm araçları TÜRKİYE MUHAFAZAKARLIĞI ile İlahiyatçı/Münendis kafası muhafazakarlığının karışımı bir çelik çekirdek muhafazakarlık analyışı ve bunun ürettiği kültür.
Bu nedenle bu insanlar aşağıdan gelen, yurtdışını bilen ve uzun süre yurtdışında yaşayıp Türkiey Muhafazakarlığına yabancı hatta bilinçli olarak karşı çıkan akademisyenlerin çağırısına, yani yeni contexte uyum sağlayın talebine muahfazakar reflekslerle tepki veriyorlar. “Hangi villayı aldın ki böyle yazıyorsun?” “Akademisyen enaniyetin sana bunları söyleten” gibi hangi itirazı dekode edtseniz, bir içerik analizi yapsanız, bu eleştirlerin hepsinde Anadolu mhafazakarlığının tutucu refkelsine rastlarsınız. Bu da Cemaatin içine girdiği yeni kontexten ne kadar habersiz o kontexti okumakta ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor. Korkarım bu konuda ısrarcı olurlarsa Muhafazakarları dönüştürecek umudunu bağladığım son yapı da çökecek. Gökan Bacık bu umudunu çoktan yitirdiğini açıkladı ama ben halen umudumu koruyorum. İşte bu nedenle Cemaati eleştiriyorum…
b) Cemaat eskiden Türkiye’yi batıya yaklaştıran, batı değerleriyle bütünleştiren bir sivil toplum örgütü olarak batının nazarında bir kazançtı. Yani Türkiye’nin dönüşümünde bir lokomotif olma ihtimali nedeniyle Batı nezdinde değerliydi. Ancak artık dönüştürülecek bir Türkiye yok. Bu nedenle Cemaat batıdaki kazanç olma durumunu kaybetmiş durumda. Aksine artık batı için bir yük olamaya başladı. Batı Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek isterken hem arada Cemaati buluyor. Bu nedenle Cemaatin bir an önce Batı ile Türkiye arasında bir kara kedi olmaktan çıkması gerekiyor. Belli ki bu Türkiye’nin tutumunun değişmesiyle olmayacak. O halde Cemaat batının sırtında bir yük olmaktan kurtulmanın yollarına bakmalı. Yanlış bir örnek ama konu iyi anlaşılsın diye vereyim: Kürlter batı için uzun süre bir yüktü. Ne zaman ki IŞİD çıktı ve Kürtler batının yanında yer aldı artık onlar için bir kazanç haline geldiler.
Cemaat elbette batının lejyoneri olmamalı ve elbette her durumda kim isterse istesin şiddetten uzak durmalı. Ancak Cemaat artık Batı ile ortak ne yapabilirim, yeni kontexte ben Batı ile entegrasoyna, Batı toplumuna ve Batıdaki Müslümanlara nasıl katkı sunarım? diye düşünmek yani kendine YENİ BİR TEXT yazmak zorunda. Oysa Cemaat bırakın TEXT yazmayı batıyı halen Gavur ve öteki olarak gören İlayiyatçı kafasıyla batıda yer bulmaya çalışıyor.
c) Cemaatin aktörleri öğretmen, din adamı, doktor, profesyönel, iş adamı batıya ve bulundukları ülkeye nasıl katkı sunacaklarını bir araya gelerek gösterebilir. Bunu organizasyonlarla batılılara anlatabilirler. Türkçe olimpiyatlarıyla nasıl ki Türklere “Türk bayrağını dünyada dalgalandırıyoruz” düşüncesini (textini) anlattılarsa Batıya da o ülkelerin insanına, sosyal hayatına katkı sağladıklarını farklı etkinliklerle anlatabilirler.
Örneğin batıya giden veya batıda yaşayan doktorları organize ederek o ülkelerin kurum ve kuruluşlarıyla birlikte geri kalmış ülkelerde sağlık taraması yapabilirler. Batıya giden öğretmenler o ülkelerde geri kalmış mahallelerin çocuklarına dilleri döndüğünce ücretsiz dersler verebilir. Bunun gibi bulundukları kontextlere uygun textler geliştirerek aktörleri de mobilize ederek insanlığa katkı yapabileceklerini gösterip, batı için bir yük olmaktan çıkıp bir kazanç olabilirler.
Bunu yapabilecek imkanları da akılları da fereasetleri de hatta tecrübeleri de var. Ama Cemaat yukarıda sözünü ettiğim ilahiyatçı/Mühendis kafasıyla halen TÜRKÇE OLİMPİYATLARI düzenlemekte ısrar ediyor. Oysa TÜRKÇE OLİMPİYATLARI (sadece bir örnek olarka kullanıyorum) Türkiye kontextine uygun bir aksiyondu, kaybedilmiş yok olmuş bir kontextin aksiyonu hiç uymayan bir kontexte uydurmaya çalışmak Cemaati bitirir. Bu ısrarcılıktan bu Türk muhafazakarlığı kafasından vazgeçin diye eleştiriyorum…
Bu önerileri ve eleştirileri daha da uzatabilirim ama bazı “Cemaat uzmanı” Cemaatçilerin de söylediği gibi alanım Cemaat uzmanlığı değil. Benimki sadece bir sosyal bilimci gözlemi, dost uyarısı. Yoksa cemaat de sizin, cemaat de sizsiniz.
Ben bu uyarıları yaptıkça Cemaatin savunucuları tarafından en hafifinden “aptal” “okumuş cahil” olmakla itham ediliyorum.
Belki de neme lazım deyip çekilmeliyim. Ama yazıda da belirttiğim gibi, barışın, huzurun İslamın ve insanlığın geleceğini muhafazakar Müslümanların dünya ve demokrasiyle uyumlu hale gelmesinde görüyroum. Bunu sağlayacak en önemli yapılardan birinin de Cemaat olduğunu düşündüğüm için yazıyorum bunları…
Kalın sağlıcakla…
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...