Siyasi İslamcı görülen istihbarat elemanları meselesini ilk Mümtaz’er Türköne bu yazısında şöyle işlemişti.
70’lerin başına ait bir hikâye. Üniversitede okurken polisler sebepsiz yere Siyasî Şube’ye alıyor; iyi polis-kötü polis muhabbeti ile korkutucu bir sorgudan geçiriliyor. En nihayetinde üçüncü bir kişi “bize çalışacaksın” diye meseleyi bağlıyor. İslâmcı dostum, “Ben reddettim, ama çevremde aynı tezgâha düşüp teklifi kabul eden çok sayıda tanıdığım olduğunu anladım.” diye bitirdi hikâyeyi. İslâmcıların devletle ilişkisi sadece teorik bir açmaz değil, pratik olarak aynı zamanda kirli bir ilişki. Bugünün “Devlete nasıl karşı gelirsiniz?” diye mangalda kül bırakmayan kelli-ferli İslâmcılarının önemlice bir kısmının 70’li yıllarda “haber elemanı” olarak devşirilmeleri kimseye tuhaf gelmemeli. Devletimiz o günlerde “şeriat devleti” heyulası yaratmış, Ceza Kanunu’nun 163. maddesi ile kendini koruma altına almış, memurlarını da bu işle görevlendirmişti. Memurlar da, serseri mayın gibi ortalıkta dolaşan İslâmcıları bu iş için seferber etmişti. Devleti ele geçirdikten sonra aynı resmî merkezlerde ve resmî toplantılarda karşılaşmaları, aralarındaki yakınlık duygusunu ve devlete bağlılıklarını mutlaka artırmış olmalı. Hiç eksiği yok: Bugün herkesi kesip biçen, sağa-sola çamur atan ve tek kişiye hitap eden yazılar kaleme alan “havuz kalemleri”nin tamamının haber elemanlarından ve “devlet tecrübesi” ile ruhlarını şekillendirmiş olanlardan seçilmeleri size garip gelmemeli. En çirkefleri bilin ki, asıl mesleğinde en ileri olanlar.
İstihbarat işi ciddi bir iştir, ince bir zekâ gerektirir. İki yüzlü bir haber elemanı olarak yaşamak ise doğal olarak insanı yozlaştırır, soysuzlaştırır. Sırtını sağlam yere dayayıp yağıp gürlüyor, bir sürü insanı yoldan çıkartıyor ve sonra da yüzüstü bırakıyorlar. Ahlaksız olmadan bu hayat nasıl sürüp gider? Bugün sağda solda duyduğunuz düzeysiz polemikleri bu bataklıkta ancak bu çiçekler açar diye okumalısınız. Ayrıca, bu düzeysizliğe mahkûm olan iktidar oyununun da bir hikmeti var. Otokrasiler emre amade adamlar arar. Güce hizmet etmeyi hayat biçimine dönüştürmüş adamlar dururken nitelikli olanlara sıra gelir mi? Düzeysizlik mi? O tencereye uygun kapağı başka nereden bulabilirsiniz?
Şimdi olayı somutlaştıralım…
Bugün İslamcı diye zikredilen ve birçoğunun birarada olduğu bir dergiden bahsedelim. Bu dergi Yeni Zemin dergisi. İşte bu derginin kadrosu.
Derginin Sahibi:Osman Tunç (Kürt- İslam sentezcisi Zehra Vakfı yöneticisi).
Genel Yayın Yönetmeni:Mehmet Metiner
Yayın Danışmanı:Ali Bulaç
Yayın Kurulu: Kenan Çamurcu, Abdurrahman Dilipak, Davut Dursun (RTÜK Başkanı), Altan Tan (MİT’çiler daha sonra Tan’ı tasfiye etti).
Yayın Müdür yardımcısı: Yalçın Akdoğan
Sonra Bu isimler içinde yer alanlardan bugün en etkin olan Yalçın Akdoğan ı Ekrem Dumanlı nın şu yazısından okuyalım…
Bir dönem kendime samimi arkadaş gibi gördüğüm Akdoğan’ın 28 Şubat dilini kullanmasını çok yadırgadım. Çok yakışıksız laflar bunlar. Sonra daha önce de sorduğum bir soruyu hatırladım: Sayın Akdoğan 28 Şubat’ta siz hangi görevi ifa ediyordunuz? Başbakanlık Takip Kurulu’nda askerlerin kurduğu Batı Çalışma Grubu’ndan gelen emirleri yerine getirmek için hangi fişlemelere ne muamele yaptınız? Sanırım sağda solda dediğiniz gibi darbeci askerlerin kurup yönettiği BÇG’yi oyaladınız, o vahşi fişleme ve karalama işlerine perde oldunuz. Öyle bile olsa görüyorum ki o dönemden kalma yılan, akrep, kertenkele gibi laflar zihninde iz bırakmış. Bu yakışıksız sözler kabir azabına dair bir endişenin yansıması ise ona bir şey diyemem; ama haktan, hukuktan, adaletten bahsedilirken böyle laflar sarf edilmez. Ayıp… Hem adam olmak önemlidir hem de devlet adamı olmak.
Eminim sizlerde diğer isimlerle ilgili bir yığın fikir ve bilginin beyninize hücüm ettiğini farketmişsinizdir.
Mavi marmara
Kudüs Gecesi
Acem Uşakları
Perinçek …
Selam Tevhit davası.
İran
Evet bu mesele daha çok su götürür.
Ve belki bu süreç gözümüzü kapatan siyasal islamcı perdesinin aralanmasına yardımcı olacaktır.