Eski cumhurbaşkanımız Abdullah Gül her konuşmasında sapa çöpe değmeden temizce gidiyor. Sorulan sorulara cevapları ‘’aman benim başımı yakmayın, beni kavgaya karıştırmayın’’ der gibi..
Yumuşak ve ılımlı hali iyi hoş da, ne diyor anlamıyoruz. Kızıyor mu, tepki mi veriyor, onaylıyor mu? Ne anlamalıyız?
Olaylar karşısında net bir duruş sergilemesi bu kadar zor ise, ciddi çekinceleri var demek yanlış olmaz. Geçmişte ağır bedel ödeyip canı yanan, ileriye dönük de ciddi korkuları olan ve kendini emniyette hissetmeyenler ortalığa yorumsuz ama aynı zamanda iyi niyet temennileri ile konuşmayı tercih ederler. Yani etliye sütlüye karışmazlar.
Geçmiş yıllardaki eski siyasilere baktığımızda aslında hepsi sayın Gül gibi sakin insanlardı. Rahmetli Erbakan, Türkeş, Ecevit, Demirel.. Yani hal, tavır ve cümlelerdeki yumuşak ve sakin ifadeler değil ortalıkta her yöne çekilen, daha doğrusu bir yöne çekilemeyen cümleler kafa karıştırıcı ve rahatsız edici..
Sayın Gül suya sabuna dokunmayan ve hiç kimseyi kızdırmayacak cümleler kullanmayı ‘’temiz siyaset’’olarak kabul etmiş olabilir. Ancak bu daha da güven sarsıcı.
Bütün sorulara cevap veriyor ama aslında cevapsız! Dinlerken acaba ne diyor, ne istiyor, ne düşünüyor, ne yapacak diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Belli ki; şimşekleri üzerine çekmek istemiyor!
Belli ki; bu hassas dönemde yol arkadaşlarıyla arayı bozmak istemiyor!
Belli ki; muhalif görünmek istemiyor!
Her ne sebeple olursa olsun, her defasında aşırı temkinli cümleleri var. Madem ki durum böyle, o zaman bu konuda da çok net olup açıkça konuşmalı veya konuşur gibi yapıp konuşmamayı bırakmalı, yahut sonsuza kadar susmalı..