İbn Haldun’un tezinden hareket edecek olursak, bugünkü olaylar dünkülerle mahiyetçe aynıdır.
Bu perspektiften baktığımızda olayların tam ortasına gelip yerleşmiş bulunan mezhep çatışmalarının ilk nüvesini hayli eski bir geçmişte arayabiliriz. İslam tarihinin başlangıç devresinde iki ana fırkanın, yani Haricilerle Şiilerin karşı karşıya gelmeleri ile bugün Şiilerle Vehhabi-Selefi grupların karşı karşıya gelmeleri benzer özellikler arzeder. Bugün çatışanlar başlangıçta aynı davanın savunucuları, aynı liderin, Hz. Ali’nin taraftarlarıdır. Ancak bu analojide bazı boşluklar yok değil. Söz gelimi mezhep tarihçileri genel olarak Haricileri belli bir usulü olan “mezhep”ten çok, bir “fırka” kabul etmişlerdir. İlk teşekkülü itibarıyla aynı şeyi Şiilik için de düşünebiliriz ama zaman içinde Şiiliğin oturmuş usulü, kaynakları ve muazzam literatürü ile bir mezhep olarak teşekkül etmiş, varlığını ve etkinliğini bugüne kadar devam ettirebilmiştir.
İlk Şii gruplarla Haricilerin toplumsal kökleri aynıdır. İki fırka içinde yer alanlar, kadim kabile düzenini, eşitsiz ve adaletsiz cahiliye hiyerarşisini diriltmeye, üstelik bunu “dini form”la meşrulaştırmaya çalışan Beni Ümeyye’ye karşı çıkmışlardı, yani rakipleri de aynıydı. Bugünkü kavramlarla ifade etmek caizse, her iki grup da yeni teşekkül etmekte olan bürokratik-mali merkeze, Emevi kabile oligarşisine göre “çevre” konumdadırlar. Hz. Osman’ın ilk altı yılına kadar merkez herkesin eşitlendiği Hz. Peygamber’in tatbikatına göre şekillenirken, yeni merkez kabile asabiyetine göre askeri, mali ve bürokratik oligarşi olarak şekillenmeye başlamaktadır. Sonradan İslam’a giren Araplar, şehirlere gelip yerleşen bedeviler ve Arap olmayan Müslümanlar sistemli bir biçimde kenara itilmektedir. İşte Hz. Ali’nin yeni bürokratik oligarşiye karşı çıkarken, merkez-kaç güçlerin onun etrafında toplanması tesadüfi değildir. Onun ilk taraftarları tek bir bloktur, sonraları Şii ve Harici olarak ayrışacaklardır.
Dahası bu aşamada henüz Fars veya Türk unsuru sahneye çıkmış değildir; Beni Ümeyye karşıtlığında ortak noktada toplanıp kimileri Hz. Ali’nin tarafında, kimileri tahkimden dolayı ona muhalefet eden tarafta yer alanlar da Arap’tır. Bu anlatılanlar menşe’leri itibariyle Haricilikle Şiiliğin aynı sosyo-politik reflekslere, muhalefetlerinin aynı ideal politiğe dayandığını göstermektedir. İlk liderleri de aynıdır: Hz. Ali! Bu açıdan Şia ile Hariciler arasındaki ayrışma ideal politiğin reel politik zeminde ayrışmasına çarpıcı örnek teşkil eder. Bu olgu bugün için de söz konusudur.
Sonraları “harici” sıfatını alacak grubun Hz. Ali’den kopmasının asıl sebebi bütün umutları Muaviye’nin ve onunla gelen kabileci eski yönetim heveslilerinin yok olacağı beklentisi ve umudunun “tahkim”le neredeyse tamamen yok olmasıdır. “Tahkim”e karşı zıt tutumda son derece ilginç psikolojik bir fenomen yatmaktadır. Tahkime umut tahkimle ye’se dönüşmüştür. Şiilerle Hariciler arasındaki temel çelişki bu noktada toplanır.
Bu öylesine bir paradoks ki Hz. Ali ve Haricilerin tahkime ilişkin ilk ve sonraki tutumları çaprazın uçlarını teşkil eder. Başlangıçta Hz. Ali, Muaviye’nin önerisinin bir aldatma olduğunu söyleyip tahkime karşı çıkarken, Hariciler “Kur’an’dan başka hakem olabilir mi”, diye tahkimi savunuyor. Bu aşamada bütün umutları Kur’an’ın hakemliğinde toplanmıştır. Fakat Muaviye ve Amr bin As’ın sahiden tahkimi siyasetin bir aracı olarak kullanıp kesin askeri bir yenilgiyi bu sayede atlattıkları anlaşılınca, bu sefer Hariciler, umut bağladıkları nesnenin onların umutlarını tamamen yok ettiğine karar verip tahkimi kabul etti diye liderleri Hz. Ali’ye baş kaldırıyorlar. Başkaldırı ye’sin isyanıdır. Ye’s halinin iki sonucu olur: Biri ruhî çöküntüye yol açar, diğeri imhacı bir şiddete dönüşür. Haricilerde ikincisi ortaya çıktı.
İlk Harici fırkadan modern zamanların Vehhabiliğine ve Neo Seleficiliğe ve ilk Ehl-i Beyt davasından bugünkü Şiiliğe gelinceye kadar uğramamız gereken bir dizi menzil var. Tarihi menzilleri ve bugünü anlamak için başlangıç noktası her zaman önemlidir.
Haber Kaynağı: ZAMAN – ALİ BULAÇ