Benim de gönülden desteklediğim Obama yönetimi, daha fazla Amerikan iç politikasına yönelip dünyada demokratik değerlerin liderliğini gereken düzeyde yapmamakla eleştiriliyor. Özellikle Ukrayna’da Kafkaslar ‘da şimdi de Suriye’de alanı Putin’e kaptırmakla eleştiriliyor. İran’a açılan kredi dış politika çevrelerinde destekleniyor ancak bu anlaşmanın henüz ne getireceği ise bilinmiyor.
ABD’nin bölgede izlediği diğer politika ise diktatörler ve diktatörlüklerle çalışma noktasında gösterdiği ısrar. Mısır’da Sisi ile çalışan ABD yönetimi Türkiye’de ise Erdoğan ile çalışmayı tercih ediyor.
Elbette kimse ABD Sisi veya Erdoğan ile çalışmasının diyemez. Sonuçta bir devlet çıkarlarını gözetir ve çıkarları kiminle çalışmayı gerekli kılıyorsa onunla çalışır. ABD şimdiye kadar hep böyle yaptı zaten. Devrimden önce de Mısır diktatörü Mübarek ile çalışıyordu. Türkiye’de de askeri vesayetin koruyucusu generallerle çalışıyordu.
Ancak daha önceki dönemlerde ABD bir yandan bu bölgede diktatörlerle çalışırken öbür yandan da demokratik değerleri savunan sivil toplum kesimleriyle yakın temas içindeydi. Örneğin Türkiye için konuşacak olursak, ABD’nin Adana başkonsolosluğu sürekli Kürlerin yaşadığı bölgede işlendiği iddia edilen insan hakları ihlalleri ile yakından ilgilenirdi. Mısır’da Mübarek ile çalışırken bir yandan da Saad Edin İbrahim gibi sivil toplumu önemseyen muhalif kesimlerin kurduğu kurum ve kuruluşlarla ilgilenirdi.
Yani ABD önceki yıllarda çalıştığı diktatörlüklerin altındaki sivil toplum kurumlarının canlı kalmalarını, medyanın mümkün olduğunca özgür olmasını, muhaliflere yapılan baskıları mümkün olduğunca azaltmaya çalışırdı.
Ancak Obama’nın ikinci döneminde ABD yönetimi dünyada demokratik değerlerin liderliğini yapma konusunda özellikle umut vermiyor. Kısa vadeli siyasi çıkarları için diktatörlerle çalışıyor, sadece onlarla çalışmakla kalmıyor, onların hoyratça yaptığı tüm hukuksuzlukları da görmezden geliyor. Sorulduğunda sabit cümlelerle kaygı bildirmekten öte geçmiyor.
Amerika bu politikasıyla büyük yanlış yapıyor. Şöyle ki;
Sosyal medyadan önce ABD bu bölgelerde bir yandan diktatörlerle çalışıp, bir yandan da sivil toplumun canlı kalmasını sağlarken, sivil toplum kuruluşlarına yaptıkları ziyaretlerle onları koruyucu mesajlar verirdi. Bu mesajlar özellikle o sivil toplumun üyeleri arasında umuda neden olurdu.
Ancak sosyal medyanın bu bölgelerde yayılmasından sonra ABD’nin yaptığı küçük ziyaretler anında tüm toplum kesiminden fark ediliyor. Bu haliyle diktatörlerin dikkatini çekiyor. Özellikle Türkiye gibi “otoriter” devletlerde ABD yetkililerinin yaptığı ziyaretler ve açıklamalar en üst noktadan tepki çekiyor.
Örneğin ABD büyükelçisinin yapmadığı söylemediği şeyler bile havuz medyasında manşet yapılıyor, arkasından Erdoğan yüksek sesle ABD elçilerini azarlıyor, ABD elçileri bu azarlamalara yeterince etkili karşılık veremiyor.
Bu da ABD’nin hem etkinliğini hem gücünü kırıyor. Özellikle sivil toplum faaliyetleri, özgür medyanın yaşaması noktasında ABD’nin destekleri ise Amerika’nın orta vadeli menfaatleri açısından kritik.
Ancak Amerikan yetkilileri kısa vadede Erdoğan’dan alacakları için orta vadede Amerika’nın demokratik değerlerinden vazgeçiyor.
Daha açık konuşalım, 2011 yılından bu yana Erdoğan ve AKP çevreleri tabanına ant-Amerikancılık ve anti-Batıcılık aşılama noktasında adeta birbiriyle yarışıyor. Daha önce de bir kaç defa yazdığım gibi, bu tutum batı güvenliği açısından oldukça tehlikeli. Çünkü Müslüman ülkelerde İslamcı dil ile geliştirilen anti-batıcı söylem IŞİD ve EL Kaide gibi terör örgütlerine eleman teminini kolaylaştıran bir zemine hizmet ediyor. Ne kadar anti-Batıcı söylem o kadar cihatçı demek.
Bunu dengeleyecek tek şey ise muhalif kitlelerin anti-Batıcı söylem karşısında panzehir olabilecek dindar sivil toplum kesimlerini canlı tutmaktır. Eğer Amerikan yönetimi başta, batılı diplomatlar, batıyla uyumlu muhalif sivil toplum kesimlerini Erdoğan ile girdikleri kısa vadeli ilişki için harcatırsa uzun vadede Türkiye bir cihatçı tarlasına döner. Bu yanlış politikanın bedelini batı toplumu çok daha uzun vadede öder….
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...