Bakan kadrajındaki “kaçak” gazeteci
Mevlüt Çavuşoğlu Washington DC’de bir düşünce kuruluşunda konuştu. Konuşmaya ilişkin bir fotoğraf paylaştı. Ben de troller bile anlasın diye fotoğrafı gösterip “kaçak değilim. Adresim elçilikte var. AKP sadece algı operasyonu yapıyor. Bakın Bakanın programlarına katılıyorum” mesajı paylaştım. Meğer bakan fotosunun kadrajında yer almamın haber değeri varmış. Bir çok site konuyu haber yapınca ben de yazayım istedim. İşte o fotoğrafın arka planı.
Aslında Washington’a geliş hikayemin öncesini biliyorsunuz diye tahmin ediyorum. Henüz 17 Aralık yolsuzluk soruşturmaları başlamadan aylar önce, Eylül 2013’de Erdoğan’ın danışmanları çalıştığım üniversiteye gelip benim atılmamı istedi. Ya yazılarıma son vermeliydim ya da işime son verilmesi istenmişti. Üniversiteyi çok sıkıştırmışlardı. Üniversitenin yapabileceği çok şey yoktu. Tehdit ağır ve sürekliydi. Ben yazmaya devam edeceğim deyince onlar da baskı nedeniyle işime son verdiler.
İşime son verildiği gün Hüseyin Çelik’e “Bugün hükümetinizin baskısıyla üniversitemden attırdınız. Çocuklarımın rızkıyla oynadınız bu zulüm size yeter. Yaşasın zalimler için cehennem” yazan bir SMS mesajı attım. Çelik daha sonra bana dönüp ‘hayır böyle bir şey söz konusu değil’ dedi. Ben de baskı yapmaya gönderilen danışmanın adını da vererek olayı aynen aktardım. Çelik daha sonra bir daha dönmedi. O günlerde olaydan mevcut dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’a haberdardı. Hatta Davtuoğlu da konudan haberdar oldu. Ama hiç biri ikiyüzlü davranmaktan başka bir şey yapmadı. Hüseyin Çelik’e attığım mesaj duruyor. En azından onu inkar edemezler.
Üniversiteden atılınca iş aramaya başladım. Değişik üniversitelerle konuştum. Türkiye’de Erdoğan’ın danışmanının üniversiteye kadar gelip attırdığı hocaya hangi üniversite iş verebilir ki? Öyle de oldu.
Türkiye’deki üniversitelerden umut görmeyince, dünyanın değişik yerlerine iş başvuruları yaptım. Brüksel’de AB kurumlarında iş bulma olasılığı doğdu. 1 Mart 2014’de, yani henüz paralel maralel operasyonları olmadan Brüksel’e gittim. İş görüşmeleri yaptım. Geçici projelerde çalıştım. Belçika’da bulunduğum dönemde Milli Görüş dahil oradaki Türk kurumlarına da gidip ziyaretler yaptım.
Bu arada Twitter’de istihbaratçıların kullandığını düşündüğüm hesaplardan “kaçacak” haberleri yayılmaya başladı. Daha tuhaf bir şey oldu. Adıma düzenlenmiş sahte bir bilet fotosu Twitter’de dolaşıma sokuldu. Kaçacağımı bilet aldığımı yazıyorlardı. Oysa ben Zaten Brüksel’deydim.
Son zamanlardaki Sümeyye Suikastı belgeleri gibi, Çay Lekeli Yeni Şafak belgeleri gibi bir belgeydi. Sahte olduğu her yerinden belliydi. Şöyle ki; bana ait olduğu iddia edilen bilet koçanı Emre Uslu adına düzenlenmişti. Oysa benim resmi adım Emrullah Uslu ve bunu şapşal troller ve aptal istihbaratçılar hariç herkes bilir.
Bu bir şapşallık diye düşünürken Erdoğan’ın avukatları o sahte bilet belgesini savcılığa sunup kaçacağımı iddia ederek hakkımda yakalama kararı çıkarılmasını istediler. Aynen böyle oldu. Başbakan’ın avukatları sahte belgeyle mahkemeyi yanılttılar. Daha tuhafı istedikleri sonucu aldılar da.
İşte o belge:
O zaman anladım ki bir siyasi kampanya var. Ayarlanmış savcılar ve proje mahkemelerle beni susturmaya, linç etmeye çalışacaklar. 30 Mart seçim gecesinde Erdoğan yaptığı konuşmada adımı vermeden beni ima eden şeyler söyleyince, Türkiye’ye dönmenin aptallık olacağına karar verdim.
Normal şartlarda iş bulana kadar Türkiye’yi terk etmeden iş görüşmelerine Türkiye’den gidip gelerek iş aramayı düşünüyordum. Ancak zalimin kurduğu oyunda onun kurallarına göre oynamak, cesaret değil aptallıktır. Bu sadece zalimi mutlu eder. Bu yüzden Türkiye’ye dönmeden ABD’ye geldim.
İşte ABD’ye geliş hikayem böyle başladı. Brüksel’de işler oldukça ağır aksak yürür. İş bulma süreci bile bir seneden fazla alacak görünüyordu. Bu yüzden ABD’ye geldim. İyi ki öyle yapmışım. Washington civarında bir üniversitede iş bulup buraya taşındım.
Washington’da fırsat buldukça Türkiye’den gelen yetkililerin programlarına katılırım. Onlara sorular da sorarım. Mevlüt Çavuşoğlu’nun programına da kendi adımla, gazeteci kimliğimle katıldım. En ön sıralara da oturdum ki soru sorma fırsatı yakayayım diye. Konuşma bittikten Çavuşoğlu salonu terk edene kadar el kaldırıp medeni insanlar gibi soru sormaya çalıştım.
Tuhaftır, moderatör benim oturduğum kısımdan kimseye söz vermedi. Hep salonun sağ tarafında oturan kişilere de söz verdi. Moderatörün bu tuhaf durumu o kadar sırıttı ki önümde oturan El Cezire muhabiri bir ara dayanamayıp bu tarafa da bak dedi. İnsan ister istemez kuşkulanıyor. Sorularımdan mı korktular diye…
Yani durumum öyle trollere yutturulduğu gibi kaçak ve saklanan bir gazetecinin durumu değil. Evet Türkiye’de linç ile karşı karşıyayım. Amerika’dan canlı yayınlara katıldığımı bildikleri halde devletin polisini annemin oturduğu köye kadar gidip 70 yaşındaki annemi yerimi söylemesi için sorguya çektirdiler (her şeyi unutsam bunu unutmayacağım).
Oysa Mernis sistemine adımı da adresim de var. Mahkemelere adresimi verdim. ‘ABD’de çalışıyorum, adresim şu, ifademi alacaksanız ABD’ye yazın ABD savcıları alsın. Kaçtığım göçtüğüm yok’ diye dilekçeler de verdim. Daha tuhafı AKP’nin trol hesabı Taha Ün ABD’de yaşadığım evimin kapısının fotoğrafını çekip twitterden yayınladı. Gelip beni paket yapıp alacaklarmış. Henüz gelip kapımı çalan olmadı. ABD hukuk devleti. Kapı kırıp gazeteci alamak sıkar biraz. Ama ben onların bakanlarının programına gidip çatır çatır sorularımı da soruyorum.
Adalet Bakanlığı ABD’ye yazı yazıp atanmış savcılar ve proje mahkemelerin verdiği kararlarla ilgili ifademi almalarını istemeye utanıyor. Çünkü bana itham ettikleri suçlamalar utanç vesikalarıyla dolu.
Belge diye Erdoğan’ın avukatlarının mahkemeye sunup hakkımda yakalama kararı çıkarttıkları sahte bileti mi gönderecekler ABD’ye? Yoksa Sümeyye’ye suikast yapacak bu yüzden Emre Uslu’nun ifadesini alın diye Sümeyye suikastı diye uydurulan twitter Dm’lerini mi gönderecekler? Bu rezaleti kendileri de biliyor. Hakkımda tutuklama kararı çıkardıkları iddialardan biri de yazdığım yazılarla ilgili. Yazılarımın Gülen’in talimatıyla yazdığımı iddia etmiş savcı tutuklama kararı çıkardılar. Ama vahim olan şu: Polis Gülen konuştu Emre Uslu yazdı öyleyse aralarında örgütsel bağ var tutuklayın yazmış. Oysa ben yazımı Gülen konuşmadan 20 gün önce yazmışım. Durum bu kadar fecaat olunca ABD’ye yazı yazıp şu adamın ifadesini alıp gönderin diyemiyorlar.
Sahte belgelerle terörist üretmeye çalışan zorbalardan saklanacak halim yok. Belgelerine ve mahkemelerine güvenip ABD’ye gönderip ifademi aldırmak isteyebilirler. Zira ABD ile Türkiye arasında adli anlaşma var. Daha önce yaptıkları gibi ABD’ye yazı yazıp ifademi burada aldırabilirler. Ama yazamazlar, çünkü o belgeleri buraya yazdıkları anda Türk hukukunun paçavra hali uluslararası kayıtlara girmiş olur. Apaçık sahte belgelerle Erdoğan’ın avukatları aracılığıyla gazetecilerin nasıl sindirilmeye çalıştığı uluslararası anlamda hukuki delil niteliğine girer. Zaten onlara da hukuktan çok algı operasyonu lazım. Nasılsa, ne anlatılsalar inanacak trol kitlesi var.
Onlar cehalet denizinin maharetli kaptanları olarak algı operasyonları yapmaya devam etsin, ben Washington’a gelen heyetlerin programını izlemeye devam edeceğim. Gelen heyetlere zor sorularım var. Sorularımdan kaçamayacaklar. Er ya da geç soracağım bu soruları. Yakında Erdoğan’da cami açılışına gelecekmiş. Basına açık bir yerde konuşma cesareti olursa, onun programına da gideceğim. Benden kaçışınız yok. Ona göre hazırlanıp gelin.
Washington’dan sevgilerle. Yeni kadrajda görüşmek üzere…
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...