Modern siyaset aslında teorik olarak basit bir denklem. Varlığının nedeni, vatandaşların demokratik ve ekonomik refahını sağlamak. Bu amaçla vazifelendirdiğimiz insanlar var. Onlara vekil diyoruz ve sandık başında kullandığımız oylar ile kendilerini bize hizmet etsinler diye mebus olarak meclise gönderiyoruz. Bize hizmete talip oldukları içinde vergilerimiz ile oluşan devlet hazinesinden maaşlarını ödüyoruz.
Yani son zamanlarda Türkiye gündeme geldiği üzere eğer devlet bir şirket ise mesele iyice basitleşiyor. Cumhurbaşkanından başlayıp aşağı kademelere inecek şekilde tüm devlet mensupları bizler için çalışan insanlar. İşimize gelmediğinde onları işten çıkarabilir hatta işsizlik maaşına bile bağlamayabiliriz. Çünkü onlara bu açıdan verdiğimiz her hangi bir söz yok. Vekâletimizi geri aldığımızda aynı bizler gibi üretime katılıp hayatlarını devam ettirmek zorundalar.
Tabi bu işin teorisi. Batı demokrasileri nispeten buna yakın. Lakin Türkiye’de işler böyle yürümüyor. Özellikle son dönemlerde hizmet siyaseti tamamen rayından çıkmış durumda. Temel sorunumuz ise kentliliği üretememiş olmamızla ilgili. Yirminci yüzyılın başında kurulmuş olan cumhuriyetimiz sosyolojik olarak hala bir bedeviyet dönemi yaşıyor.
Bedeviyet, sosyolojik bir angajman olarak gevşek zihni argümanlar ile örülü bir hal. Çok da matematiksel disiplin ihtiva etmiyor. Bekraundu, rasyonel olmaktan daha ziyade, sezgisel. Bu açıdan spekülasyonlara açık. Duygusal motivasyonu yüksek olduğu için yönlendirmeye müsait. Ayrıca toplumsal dayanışmayı değil de mücadeleyi önceliyor.
Bu tip sosyolojilerde tavan siyaseti doğal olarak taban ile uyumlu şekilleniyor. Aslında iktidara taşınan şey aşiret değerlerinden başkası değil. Yani bir bakıma seçmen kitlesi oy verirken genel evrensel değerlerden daha ziyade adeta kan bağı ile aidiyet hissettiği siyasi hareketleri destekliyor. Durum böyle olunca da o sosyolojinin içinden gelen siyasetçi ve onun dizayn ettiği siyaset bedeviyet gelenekleri üzerine şekilleniyor.
Ardından hizmet değil adeta bir talan dönemi başlıyor.
Emlakçılık, müteahhitlik, komisyonculuk ve rantçılık bu aşamada devreye giren bir süreç. Arazi kapatmak, toprak sahibi olmak ve hiçbir estetik hassasiyeti olmayan ucube konutlar inşa etmek yani boş bulduğu her araziye çadır kurmak ve buradan itibar üretmeye çalışmak kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor.
Hesap sormak istediğinizde ise aşiret reisi ağızlarına bir parmak bal sürerek adeta metafizik bir gerilim ile kendisine bağladığı mensuplarıyla karşınıza dikiliyor.
Dağ kanunları ile iktidarını devam ettirmeye çalışıyor.