AKP ile yolları ayırdığımın tarihi 22 Haziran 2011’dir. O gün “Cemil Çiçek ile Yeni Anayasa Yapmak Mümkün mü” diye bir yazı yazmıştım. O yazıyı AKP’ye son olarak 2011 seçimlerinde yeni anayasa umuduyla verdiğim desteğin istifa dilekçesi saydım hep.
O yazıdan sonra adeta gözlerim açıldı. AKP’yi tanımak için yolun karşısına geçmek gerektiğini o zaman anladım. İçindeyken göremediğin pislikleri, riyakarlıkları, yalancılıkları, münafıklıkları, hırsızlıkları, tecavüzcüleri yolun karşısına geçince çok daha rahat görmeye başlıyorsun. Benim için de öyle oldu.
O günden sonra AKP’den çok baskı gördüm. Çalıştığım üniversiteye telefonlar açıldı, okuldan atılmam konusunda baskılar yapıldı. Sonunda attırdılar da. İşsiz kaldım…
Evimin çevresinde keşifler yapıldı. Arabamın fotoğrafları çekildi. Uygun yerde bomba koymayı planladılar. Bu nedenle aylarca başkalarının arabalarına bindim. Hatta arabamı satarken bile sorun çıktı. Tanıdıklarım araca ihtiyacı olduğu halde o araç benim aracım diye almak istemedi. Hakılardı, beni ortadan kaldırmaya karar vermiş iradenin özünde şapşal bir irade olduğunu en iyi onlar biliyordu. Beni bombalamak isterken başka birini de bombalayabilirler di..
Yetmedi, belki korkar siner diye o dönemde iyi ilişkilerinin olduğu PKK’ya, bizzat Öcalan’ın ağzından, beni tehdit ettirdiler. Bir PKK’lı evim, iş yerim ve arabamın bulunduğu yerlerde keşif çalışması yaparken yakalandı. Bu konu gazete manşetlerine bile yer aldı. Suçum KCK yapılanmasını ve KCK’nın içine sızıp asker ve polis ölümlerine göz yuman MİT’çileri eleştirmekti. Doğrusu KCK’yı eleştirirken KCK anayasasının MİT’çiler tarafından yazıldığını bilmiyordum. Bilsem çok daha sert eleştirirdim. Bugün bu gerçek, Öcalan’ın İmralı görüşmeleri kitabıyla ortaya çıktı. Şeklen beni tehtid eden “PKK ve lideri Öcalan” görünüyordu. Öldürülürsem suç PKK’nın üstüne kalacak, asıl fail, iktidar sahipleri, benim gibi bir “beladan” kurtulmuş olacaktı…
Hesaplayamadıkları şey Öcalan’ın tehditini iki farklı avukatı aracılığıyla bizzat Öcalan’a sordurmaktı. Öcalan’a beni neden tehdit ettiğini soran avukatları Öcalan’ın “yanlış olmuş, ben Emre Uslu’yu tehdit etmedim” dediğini iletti. Bu “düzeltmenin” Avukat açıklamalarına yansıyacağını da belirttiler. Yapılan resmi açıklamalarda Öcalan’ın avukatları hiç bir zaman o açıklamayı yapmadı. O zaman anladım ki beni tehdit eden esas güç, PKK değil bizzat Öcalan ile iş yapan istihbarat teşkilatı…
Yine yılmadım yine yazdım, yine doğruları haykırdım, yine yanlışları anlattım. Çözüm sürecinde PKK’yı büyütüryorsunz. Suriye’de PKK devlet kurdu. İran ile ilişkileriniz yanlış. Cihatçılara silah ve mühimmat gönderiyorsunuz bu yanlış, Türkiye’yi teröre destek veren ülke konumuna itiyorsunuz yanlış. Çalıyor çırpıyorsunuz yanlış. Türkiye’yi kara paranın aklandığı, nükleer malzeme kaçakçılarının cirit attığı, Cihatçıların otoban gibi kullandığı bir SUÇ İSTASYONUNA çevirdiniz yanlış yazdım. Daha fazala tehdit aldım. 2011’den sonra yazmaya başladığım bu gerçekleri bugün herkes haykırıyor ama o gün sadece ve tek başıma yazdım bunları…
İnternet sitesi kurup vergilerimizden fonlayıp semirttikleri itlerini üzerime saldılar. Yine meydan okudum yine sinmedim. Onları da deşifre ettim…
Taraf’tan ayrılırken ayrılan o Havuz ekibine yaptıkları teklifi bana da yaptılar. Sindirerek susturamayacaklarını anlayınca, rüşvet vererek susturacaklarını sandılar. İyi transfer teklifleri de deldi. “Seni Başbakan’la görüştürelim, bir tanısan aslında seversin Reisi” teklifleri de aldmadım değil. AKP’nin genel merkezine de davet edildim, özel ofislerde de görüştüm. Görüşmeden çıktım yine bildiğimi yazdım…
Ta 2012 de ABD’de çalışırken bana ulaşıp KCK-MİT ilişlileri konusunda yazdığım yazıları bırakıp Havuz’un argümanlarına destek vermem istendi. Karşılığında öncelikle Taraf’ta yazdığım yazıların Sabah’ta manşete çekileceği sonrasında Serhat Albayrak’ın beni Sabah’a alacağı bile ifade edildi. Bu teklifi yapan bugün Havuzun en çok kazanan en önde gelen yazarına “bildiğim doğruları yazmaya devam edeceiğim sana da tavsiyem o” dedim o kapıyı da kapattım.
En son baktılar olmuyor, bizzat danışmanlarını gönderek dolaylı pazarlık yaptılar. Ya twit atmayı bırak, yazılara son ver, değilse işine son vereceğiz dediler. Yazmaya devam deyince çalıştığım kuruma vergi faxı çektiler, işim de son buldu. Dönemin en yetkili adamlarından birine “danışmanlarınızı gönderip bugün işimden attırdınız, çocuklarımın rızkıyla oynadınız, yaşasın zalimler için cehennem” diye mesaj attım, Bunu bizzat Ahmet Davutoğlu’da biliyor. Korkup sineceğimi sandılar. “Daha önce bir dost olarak sizi eleştiriyordum ama artık dost değilsiniz” dost kapısı tamemen kapandı dedim iyice uzaklaştım…
“AKP KCK ve Ergenekonu serbest bırakacak Cemaati tasfiye edecek” yazdığımda sene 2012ydi. En çok saldırıyı Cemaatçiler yaptı. Fitne çıkarıyorsun diye suçlandım. Yine yılmadım yine yazdım…
Geceler boyunca polisin gelip beni alacağı günleri bekledim. “Efkan Ala’nın kapısını kırıp alın” dediği günlerden çok çok önce, 17/25 Aralık soruşturmasından önce ve sonra çok defa beni almak için iktidarın karanlık odalarında istişareler yapıldığından da haberim vardı. Kararsız kaldıkları nokta şuydu: Beni gözaltına alırlarsa “kahraman yaparız, Cemaat tabanı ne oluyor diye sormaya başlar” diye karsız kalıyorlardı. Zira o zamanki hedefleri, Cemaat’in tabanını ürkütmeden cemaati bitirmekti. AKP’nin Cemaati bitireceğini ilk yazan biri olarak beni gözaltına almaları tabanı ürkütür diye hapse atmayı ertelediler…
Ben yazdıkça iktidar ve avaneleri dava üstüne dava açıyor, kumpas ütüne kumpas planlıyordu. Bütün bunlar olurken ortada ne 17/25 aralık vardı ne de AKP Cemaat kavgası. Aksine ikilinin arası oldukça iyiydi ve üniversitemden atıldığım zaman bana ilk kapıyı kapatanlar Cemaat üniversiteleriydi. O dönem sırf AKP ile araları iyi ve ben AKP’yi kızdırıyorum diye Cemaat medyasına da Today’s Zaman’daki yazılarıma son verilmesini isteyen çok üst düzey yöneticiler vardı. Sağ olsun Bülent Keneş direndi, Today’s Zaman’daki yazılarıma son vermedi.
Aylarca çocuklarımdan ailemden uzak yaşamak zorunda kaldım. Eşim ve çocuklarım tehdit edildi. Evime her hafta polis gönderdiler. Yetmiyormuş gibi 70 yaşındaki anamı sorguya çektiler….
Ve sonra 17/25 Aralık soruşturması başladı. Benim 2011’den sonra AKP’nin karşısına geçince görmeye başladı. Artık insanlar İslamcılardan iğrenmeye başladılar. Ön salonda ağzından Allah ve peygamberi bırakmayan İslamcıların hırsızlıkları, arsızlıkları, yüzsüzlükleri, münafıklıkları, zorbalıkları gün yüzüne çıktı.
17/25 Aralık olunca bu sefer ifira kampanyaları başlattılar. Bir mafya babasının adamına Amerika’daki evimin kapısının fotoğrafını çelip internetten yayınlattılar. Korkup sineceğimi sandılar. Amerika’n güvenlik birimlerini bilgilendirip yazmaya devam ettim. Bu sefer ABD’de saklanıyor dediler. Reislerinin karşısına çıkıp soru sormak istedim. Çok paniklediler çok korktular. Koruma orduları ile üstüme saldırıp, resilerinin karşsına çıkmamı engellemeye çalıştılar. Dünyaya hikaye anlatayım derken rezil oldular…
Ve bugün ben 2011’de görmeye başladıklarımı yazdığım için çok ama çok haksızlıklarla karşı karşıya kalmış biri olarak şunu söylüyorum: Allahım sana binlerce şükür olsun ki benim görüp iğrendiğim gerçekleri bugün artık milyonlar görüyor. Artık bu iğrençlikleri, bu iki yüzlülükleri, bu münafıklıkları anlaırken uğradığım haksızlıkların zulümlerin hiç önemi yok. Menfaatçiler ve aklı kıtlar bu gerçeği görmese de artık beni AKP ile Cemaat arasında “fitne çıkarmak” ile suçlayan kimse kalmadı. Ne kadar kızarlarsa kızsınlar AKP’liler de 2012 de yazdığım yazıların doğru olduğunu biliyor.
AKP’liler bu sefer Cemaatte bazılarını erken uyandırdığım için kızıyor. Onlara kalsa Cemaati hazırlıksız yakalayıp, muhtemelen Gülen’i Türkiye’ye getirmeye ikna edip, Türkiye’de icabına baktıktan sonra Cemaatin üstüne oturacaklardı. Cemaatten Ensar Vakfı gibi bir yapılanma çıkaracaklardı. Yazılarım nedeniyle Cemaate AKP’ye karşı kuşku uyandırdığım için, planlarını uygulayamadıkları için kızıyorlar. Planlarını uygulayamadıkları için TÜRGEV ve Ensar Vakfı gibi vakıfları büyüterek Cemaatin yerine ikame etmeye çalıştılar. Onlar da tecavüzden patladı. Hırsızlık paraysıyla kurulan bir sistemin tecavüzcü belletmeni olmasına neden şaşıralım ki?
Ve ben bütün bu sıkıntılardan sonra geriye dönüp baktığımda “değdi be” diyorum. Halen sıkıntılar içinde yaşıyorum, ne cemaat medyasına yaranabiliyorum, -hiç bir cemaat medyası bana yazı yazdırmaz- ne ulusalcılala anlaşabiliyorum –hoş zaten anlaşmak istemem- ne de AKP ile yan yana gelemem –hoş Allah bana öyle bir kötülük yaptırmasın- yine de dönüp “değdi be” diyorum. Artık milyonlarca insan uyandı. Bunda dolaylı da olsa kaktım varsa ne mutlu bana…
Düşünün, bir de AKP’nin o tekliflerini kabul edip iyi paralara Havuz tetikçisi olmak vardı. Ağaç ile söyleşi yapıp ZDF’nin önünde eli çebinde diye yayın yapanlarla aynı çanaktan yallanmak vardı…
Savcı Bharara’yı Gezici ilan etme saçmalığına imza atanlarla aynı karede fotoğraf vermek vardı…
Sümeyye Suikastı dangalakılığını yazanlarla aynı safta olmak vardı…
Kabataş’ta başörtülü bacımızın üstüne işediler diyerek milletin aklına işeyen operasyon çocuklarıyla aynı havayı tenefüs etmek vardı…
Her gün ne yalakalık yapsak da Reisin gözüne girsek diye taklalar atan omurgası alınmış hızla esfeli safiline yolculuk yapan insanlarla aynı uçakta olmak vardı…
Tecavüzcü vakıfları korumak için tecavüzcüleri arkana almak, tecavüzcülerin önüne yatmak vardı…
Sizce de insanlığın tarih buyunca düştüğü en aşağı çukura, Lut çukurundan bile aşağıya düşmüş havuz şeyleri arasında bulunmaktansa bunca sıkıntıya değmez mi? Bu sıkıntılar için şükürler olsun Allahım demek gerekmez mi?
Emre Uslu
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...