Ülke adeta bir cinnet halinde.

Her sabah, acaba bugün kaç kişi öldürülecek, kaç şehit haberi gelecek, kaç şehir de operasyonlar yapılıp, saçma sapan iddialarla insanlar gözaltına alınacak, kaç ilçe de sokağa çıkma yasağı ilan edilecek korkusuyla uyanıyoruz.

Ülkenin,doğusundan batısına bir kaos ve huzursuzluk var.

Ya da var mı ?

Evet, galiba soru daha manalı oldu.

Günümüz insanı, teknolojinin nimetleriyle, dünyanın bir ucun da meydana gelen bir hadiseyi anın da, cep telefonundan, yada bilgisayarından, yada televizyonundan seyrediyor ve haberdar oluyor.

İşte, iletişimin ve haberleşmenin bu kadar zirve de olduğu bir dönemde, ülke de yaşanan bunca olay ve acılar, ne yazık ki, ülke insanının çok büyük bir kısmının ne umurunda, ne de bunlardan rahatsız oluyor.

Doğu da insanlar günlerce evlerinde hapis hayatı yaşıyor. Sokağa çıkamıyorlar, ekmek alamıyorlar, çocuklarına süt alamıyorlar. Çocuklar günlerce silah sesleriyle yankılanan evlerinde, ansızın gelecek bir kör kurşunun korkusuyla yaşıyorlar.

Sokaklara çıkıp dolaşamayan insanlar.

Sokaklar da koşturamayan çocuklar

Çocuklarını, kucağında sıkıca sarılarak, ölümden korumaya çalışan anneler babalar.

Hastanelere gidemeyen hastalar.

Bunları günlerce yaşadıktan sonra, yasağın kalmasıyla ortaya çıkan korkunç tablolar.

Yıkılmış evler, yanmış camiler, duvarları kurşunlarla delik deşik edilmiş haneler.

Sokaklarda barut ve is kokusu, kazılmış hendekler, binlerce kovan ve harabeye dönmüş bir şehir.

Kendi ülkesinde, mülteci durumuna düşen yaşlılar, çocuklar, kadınlar.

Evini, mahallesini, memleketini terkedip, göç etmek zorunda kalan masumlar.

 

Şehit olan asker ve polisler.

Düne kadar “operasyon yapmayın” diye emir verenlerin göz yummasıyla, şehirlere tonlarca patlayıcı, tonlarca silah ve muhimmat yığan teröristlere, bugün “operasyon yapın” diyerek ölüme yollanan asker ve polisler.

Yüksek makamlarda yan gelip rahat ülkeyi soyabilmek için, ölüme yollanan asker ve polisler.

Arkalarında, yetim çocuklar, gözü yaşlı analar, dul kalan eşler bırakan yiğitler.

 

Savaşta bile dokunulmayan hastaneleri kapatıp, hastane de yatan hastaları cezalandıran zalimler.

Mantı yapıp , sarma sarıp , kermes yaparak , fakir öğrencilere burs veren kadınları gözaltına alan vicdanları ölmüş insanlar.

70 küsür yaşına gelmiş, ömrünü din ve ilimle harcamış, binlerce talebe yetiştirmiş, tefsir dahil onlarca kitap yazmış insanları, evlerinden adeta birer terörist gibi,  gözaltına almalar.

Daha 16 yaşındaki gençlere, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla para cezasına ve hapis cezalarına çarptırmalar.

 

Evet.

Ülke bir kişinin kaprisleri, ihtirasları ve rahatı adına ateşe atılıyor.

Ama, gel gör ki, tüm bu yaşananlar ülke insanının umurunda değil.

Ne şehitlerin gelmesi,

Ne insanların doğuda acılar çekmesi ve ölmesi,

Ne kapatılan hastaneler,

Ne masumlara yapılan zulümler,

Ne ülkenin ateşe atılması

Ne ülkenin savaşa girmesi,

Umurunda değil.

Hayat devam ediyor.

 

Kredi ile aldığı evinin kredisi ödedikten sonra,

Oturduğu evin borcunu ödedikten sonra,

Kendi ve çocuklarının karnı doyduktan sonra,

Cebindeki parası olduktan sonra,

 

Ülke yanmış…O ses Türkiye izleriz.

Polis, asker şehit olmuş…. Diriliş Ertuğrul izleriz.

Doğu da insanlar ölmüş….Kurtlar Vadisi izleriz.

İnsanlar zulüm görmüş… Bugün maç var onu izleriz.

Ülke bölünüyor…….Mahsum’dan hepimiz kardeşiz türküsü dinleriz.

 

Hiç abartmadan ve mübalağa etmeden, ülke insanın hali ve bahaneleri bunlar. Ülkenin uçuruma gittiğini bazıları görmüyor, bazıları da, korkusundan yada bu durumdan çıkarı olduğu için ses çıkarmıyor.

Ülke insanının bu gaflet ve bazı yerlerde, dinine ve vatanına ihanete varan bu halini, tamir ve tedavi edecek bir yol da bilemiyorum. Bu halden kurtarmanın ve milleti uyandırmanın, artık fani olan bizlerin işi olamayacağı kanaatine vardım. Bu halden kurtuluşun, millet olarak ve içinde yaşayan her kesimden, masum yada suçlu farketmeksizin, büyük bir bedel ödeyerek ancak kurtulabileceğimizin korkusunu yaşıyorum.

Ülkenin başına çok büyük bir felaketin gelmesi korkusunu yaşıyorum. Her sabah uyandığım da istisnasız her sabah, ülkem de bir felaketin, bir büyük belanın olmuş olduğu korkusuyla haberlere bakıyorum.

Her akşam, uykularımı kaçırıyor ülke insanının bu vurdumduymaz tavrından dolayı, ülkenin başına gelebilecek bela ve felaketler. Bu “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışından dolayı, ülkede yaşayan masumların da zarar göreceği yıkımlar ve ölümlere sebep olacak bir büyük belanın korkusu iştahımı kaçırıyor.

Ölen insanlara karşı tiremeyen vicdanlarımızın bedelini ölümlerle,

İşinden,aşından edilen insanların hallerini görmemezlikten gelişlerimizin bedelini, herşeyimizi kaybetmekle.

Görmeyen yada görmek istemeyen gözlerimizin cezasını, yaş dolu gözlerle ödeyeceğimizden korkuyorum.

Bela geldiği zaman, masum suçlu dinlemez.

Bela herkese ve her kesime gelir.

Ülke gerçekten çok zor ve kahredici bir gaflet içinde. Bu gafletten uyandırma ve görmek istemeyen insanların gözlerini açma adına, yazanlar, konuşanlar, nasihat edenler, korkmadan hakkı ve doğruyu söyleyenler, bunları yapmaya devam edecek ve etmeli. Ama ben bu işleri yaparken, bunun bizim adımıza bir görev olması ve yapmamızın çok önemli olduğunu söylemekle beraber, bu işin nihayetinde, meseleyi bunun çözmeyeceğine inanmaya başladım.

Buna inanmam, anlatmama, yazmama elbette engel olmayacak ve olmamalı da. Ama, bu uyarma görevini yaparken, ben hep bu korkularla ve kabuslarla yaşayacağım galiba.

Allah, hepimizin vicdanlarına can versin, gözlerimizi hakikate açsın, insan olmanın erdemine vardırsın.

Zor günler yaşıyoruz, ama korkarım ki, çok daha zor günler bizleri bekliyor.

Allah, ülkemizi belalardan ve felaketlerden korusun.