Türkiye’de son yıllarda yaşanmakta olanları “bir kişinin” şahsi hırslarına dayanarak açıklamanın gerçeği anlamada çok doğru bir yöntem olduğunu düşünmüyorum. O meselenin sadece bir tarafı.

Makro planda ince hesapları yapılmış bir tasarımın parçasıyız. Söz konusu plan yakın çevremizde Irak, Suriye ve Türkiye ekseninde işliyor. Mısır’daki askeri darbeyi ve Yunanistan’daki ekonomik krizi de buna eklemlemek mümkün. Bu plana göre muhtemel bir Kıbrıs Sorunu da önümüzde bizi bekliyor. Anlaşıldığı kadarı ile masa başı oyuncularının niyeti Avrupa’ya giden yeni enerji koridorlarında söz sahibi olmak.

Haritaları dikkatlice incelediğimizde IŞİD’in neden ortaya çıktığını ve nasıl bir misyonu yerine getirmek amacıyla kurgulandığını fark etmek zor olmuyor. Bu örgüt adeta alan temizliği yaparak enerji koridorlarının denetimini ya devralıyor ya da istenilen gruplara devrini gerçekleştiriyor.

Plan sınır bölgelerimiz olan Suriye ve Irak’ta nispeten hayata geçirilirdi ve Kuzey Irak’tan sonra ikinci Kürt Bölgesi Kuzey Suriye’de başarı ile uygulandı. Üçüncü ayağı olan Türkiye’de ise işler hesaplandığı gibi gitmiyor görünüyor.

Bunun sebebi 7 Haziran seçim sonuçları ile ilgili. Halk enteresan bir şekilde hiç farkında olmadığı halde kurgulanmış tasarıma çomak soktu ve oyunu bozdu. Oslo müzakerecilerinin ve gözlemci devletin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yönelik hesaplarını alt üst etti. Durum böyle olunca da birilerinin damarına bastı ve onları son derece sinirlendirdi.

Fakat Oslocular hedeflerinden kolay vazgeçecek gibi görünmüyorlar. Şimdilerde yaptıkları şey Kürtler de dâhil planlarını bozduklarını düşündükleri bütün kesimleri cezalandırıp, sindirerek amaçlarına ulaşmak yönünde. Görünen o ki bunun için şehitliğin duygusal tahriki üzerinden bir iç savaşı bile göze almış durumdalar. Ama Türk tarihinin dinamikleri ve Türkiye sosyolojisinin din ve kan bağı üzerinden iç içe geçmiş hali bunu mümkün kılmıyor.

Kaybedeceklerini gördüklerinde ise deneyecekleri son bir hamleleri var bence. Öncelikle bütün medya yapılanmasını denetimleri altına alıp halkın iletişim kanallarını kestikten sonra, “paralelci rötuşlar” yaptıkları” kendi adamları” üzerinden Türkiye’de “çakma bir darbe algısı” oluşturup o bahane ile yönetime el koyma denemesi.

Mümkün mü?

Neden olmasın?

Bu ülkenin İttihatçı dikta sürecini hızlandıran bir 31 Mart 1909 tecrübesi var.