“Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları…”

Böyle diyordu yıllar sonra babasını anlattığı kitabında. Çünkü Paşakapısı Cezaevi’nden yazdığı bir mektupta, “Her şey düzelir hele Filiz hiç üzülmesin”diyordu babası. O da babasının sözünü tutar gibi yaptı sadece. Aradan 68 yıl geçti ancak Filiz hep üzülmeye devam etti. Sızısı dinmedi, yasını tutamadı. Çünkü acısı görmezden gelindi, devlet kendisine ve annesine olan borcunu bir türlü ödeyemedi.

 

O yüzdendir ki, hala babasından bahsettiğinde gözleri nemleniyor, dudakları titriyor.

 

Nokta Dergisi’ne konuşan Sabahattin Ali’nin kızı, Filiz Ali “Matemimi tutamadım, adaleti bulamadım ki gözyaşım dursun” diyor.

 

 

DAHA BÜYÜK BİR GÜNAH YOK!

 

Öyle şeyler yaşanıyor ki memlekette, o yüzden bu sorunun cevabı hiç bu kadar önem arz etmemişti.  “Nasılsınız Filiz hocam?” diye soruyorum, karşılığını gerçekten merak ederek. “Nasıl mıyım? Benim hayal ettiğim, idealimdeki Türkiye olmadığı için çok üzgünüm. Öyle üzülüyorum ki gözlerim yaşarıyor hatta.

 

Benim kuşağım çok farklı yetişti, farklı ideallerimiz vardı ve o ideallerin hiçbir zaman zararını görmedik. Tam tersine, Türkiye ile ilgili, memleketimin gençliği ile ilgili daima çok faydalı olduğunu gördüm. Gençlere de tüm hayatım boyunca öğretmen olarak, müzikle uğraşarak, yazarak, çizerek destek verdim. Ne var ki, yaşadığımız ortamda gençler kendileri için bir gelecek göremiyor. Ve bu beni o kadar üzüyor ki. Bir ülkenin yöneticileri açısından bundan daha büyük bir günah düşünemiyorum. Tüm bu nedenler yüzünden ben de bu soruya ‘Allah beterinden korusun’ diye cevap veriyorum.”

 

FİLDİŞİ KULEMİN İÇİNE HAPSOLMAYA ÇALIŞARAK YAŞIYORUM

 

Mutsuzluklardan, umutsuzluklardan kendini nasıl koruduğunu, beslediğini anlatıyor Prof. Dr. Ali: “Mesela hala mesleğimi yapıyorum ve çok okuyorum. Özellikle tarih kitaplarını okurum. Okuduğunuz vakit de gerçekten tekerrürü fark ediyorsunuz. Tarih okuyarak teselli oluyor muyum bilmiyorum ama insanoğlunun didişmesinin, vahşetinin köklerinin hiçbir zaman kazınmadığını görüyorum.

Ders alınıp alınmadığı ise bir soru işareti. Ve yine görüyorum ki, teknolojik bakımdan ne kadar ilerlemişsek, insanlık o kadar geriye gitmiş. Böyle bir durum var sanki. Okuyarak, müziğimle uğraşarak kendimi fildişi kulemin içine hapsetmeye çalışarak yaşıyorum. Ben nasıl olsa yaşadığım kadar yaşadım diyorum, gençlere üzülüyorum.”

 

 

ÜNİVERSİTELERİ ADAM EDEMEZSENİZ TOPTAN KAPATIN

 

Öyle çok şey var ki ülke gündeminde, sormaya hangisinden başlamalı diye şaşırıyor insan. “Müsvedde ve karanlık” 1128 akademisyenden giriyoruz memleket meselelerine ve arkası çorap söküğü gibi geliyor zaten. Diyor ki Prof. Dr. Ali; “Ülke olarak sıkıyönetimi yaşıyoruz. Bir çeşit tek adam yönetimimiz de var. İhtilal olmuş, biz farkında değiliz! Düşünen kafa istemez bizim devlet.

 

Adnan Menderes zamanında da üniversite hocalarına ‘kara cübbeliler’ denmişti. Görüyorsunuz ki jargon aynı. Her on senede bir üniversitelere hücum edilir. Üniversiteleri adam etmek için YÖK kuruldu malum. Fakat yok, yine adam edemediler. Üniversiteleri adam edemezler!

 

Bence tek çare toptan kapatsınlar. Hatta liselerin de kapanmasını tavsiye ediyorum. Çünkü oradan da adam yetişiyor. Yapma kardeşim, yetişmesin ne lüzum var. Fitne ortaya çıkıyor, düşünüyor adam, düşünmesin. Kuran kurslarımız, imam hatiplerimiz var.

 

Doğru düzgün akademisyen yetiştirmek zaten zor, bir de var olanları beğenmiyorsanız Allah kolaylık versin. Senelerce üniversite hocaları takır takır öldürüldü. Muammer Aksoy, Cavit Orhan Tütengil gibi. Ne alakası vardı onların terörle! Komünist bile değillerdi. O zamanlar en büyük düşmanımız komünistlerdi ya. Siyasi cinayetler, Allah korusun diyorum. Bana o dönemleri hatırlatıyor. Endişe etmek istemiyorum ama tüm bunlar bana o dönemleri hatırlatıyor.”

 

TÜM SAVAŞLARDA İNSANLARIN VAHŞİ DUYGULARI CANLANIR, CANLANDIRILIR

 

“Son zamanlarda yaşananlara isyan etmemek mümkün değil” diye tepki gösteriyor ve ekliyor: “Ben Doğu’ya hiç gitmedim, çünkü fırsatım olmadı. Ama bu demek değildir ki orada olup bitenlere yabancıyım. Mümkün mü? Suriye’deki savaştan kaçıp denizin orta yerinde boğulan insanlar için duyduğum acıyı, Suruç’ta hayatını kaybedenler için Sultanahmet’teki patlamada ölen Almanlar için de duyuyorum.

 

Ölüme sevinenlerin insan olduğunu da düşünmüyorum. Cesedin ortada bırakılmasının ne kadar korkunç bir şey olduğunu Sophokles binlerce yıl önce yazmış. Biz orada mıyız hala? Demek ki oradayız. Herhalde savaş ortamındayız, başka türlü izah edemiyorum bu durumu.

 

Çünkü bütün savaşlarda insanların vahşi duyguları canlanır, canlandırılır. Korkunç bir vicdansızlık, vahşet duygusu güçleniyor. İnsanları körüklüyorlar. Ateşe benzin dökerseniz böyle olur. Şu anda iş çığırından çıkmış durumda, ölümlerle iç içe yaşıyoruz. Daha da beteri olmasın diye dua etmek lazım.”

 

BEYAZ’A ÇOK ŞAŞIRDIM, ÜZÜLDÜM!

 

İnsanların üzerinde büyük bir baskı bulunduğunu, Beyazıt Öztürk’ün de bu nedenle canlı yayında özür dilediğini söylüyor Filiz Ali: “Ama yine de Beyaz’a şaşırdım! Nasıl gider özür diler. Pes dedim. Yazık, çok yazık üzüldüm ona. Burada özür dileyecek bir durum olmadığını anlatsaydı daha iyi olurdu. Böyle bir şey İngiltere’de, BBC’de olsa konuşulmazdı bile. Tabi arada fark var.

 

Orası İngiltere burası Türkiye. Allah insanın üzerine bu baskıları koymasın. Ben kendi hayatımda, çocukluğumda yaşadığım için biliyorum. O zaman bir korku rejiminin içinde yaşadım, geceleri karnım ağrıyarak korkuyla uyandım.

 

Benim yaşadığım korkuyu şimdi annesi babası ölen çocuklar nasıl yaşıyorlardır. En çok onlara üzülüyorum. Anası babası ölmüş veya bu feci olaylardan sonra tek başına kalmış çocukların halini düşünün. Kim ilgileniyor onlarla merak ediyorum. O çocukların yaşadığı travmayı düşünen var mı? Budur esas mesele, bununla uğraşmak lazım. Hayat boyu sürecek bir travma bu. Yaşayan bilir. O kadar derinden hissediyorum ki onların yaşadığı acıyı. Üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen. Bir an geçmez bu! Onlar da hayatları boyunca unutmayacaklar.”

 

ÖYLE ÇOK TRAVMA VAR Kİ BENİM HİKAYEM ARTIK MÜHİM DEĞİL!

Filiz Ali şöyle devam ediyor: “Ben babamın öldürüldüğü yıl olan 1948’in hakkını aramaya çalışıyorum. Bitmez tükenmez bir adalet peşinde koşma. Niçin bu kadar uzun sürüyor adaletin peşinde koşmak. Adalet çalışamıyor bir türlü. Babamın eşyasını almak, nereye gömüldüğünü öğrenmek için hala uğraşıyorum. Mecliste pek çok önerge verildi ve önergelerin hepsi AKP oylarıyla reddedildi.

Tahmin ediyorum ki, bir yerlerde mutlaka kayıtlar var. İnanın ki, araştırmaya artık içim elvermiyor. Daha fazla kurcalayacak mıyım onu da bilmiyorum. Belki çocuklarımla beraber yaparız. Ama şu durumda hiç bir şey yapmak istemiyorum. Çünkü benim derdimden çok daha büyük dertler, kötü hikayeler var.  Kendiminkini o kadar önemli bulmuyorum artık. Öyle çok travma var ki dünyada. Benimki hiç mühim değil.”

 

 

MATEM TUTAMADIĞIM İÇİN HALA AĞLIYORUM

 

“Hala ağlıyorum çünkü matem tutamadım” diye açıklıyor dinmeyen gözyaşlarının nedenini: “Mevzu kapanmadığı, adalete ulaşamadığınız sürece matem tutamazsınız. Bu sadece benim için değil herkes için geçerli. Herkes adalete ulaşmak ister. Hala olayın açıklığa kavuşmasını istiyorum. Aydınlanmadığı için matem tutamıyorum. Matem tutamayınca da ağlıyorum. Pek çok kişi matemini tutamıyor.

Ölüsünü bile gömemeyenleri düşünsenize. Ne kadar korkunç! Cenazesini yapacaksın, gömeceksin. Mezarını görüp, ara sıra ziyarete gideceksin. Bilirsin ki artık o senin hayatında yok. Gitti, kabul edersin. Bir tarafınız kabullenemiyor gidişini. Görmedim ki gözümle! Babam edebiyatçı olarak yaşıyor ya sen ona bak! Onu öldüremezsiniz ne yaparsanız yapın! O yüzden diyorum ya bir meslek sahibi olarak ölümsüzlüğe kavuşursunuz ancak.”

 

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ?

 

Söz basın özgürlüğü ve tutuklu gazetecilere geliyor! Türkiye’de basının susturulduğunu, yüzde yüz doğru haber aldığına inanmadığını vurguluyor: “Babamın yaşadığı o dönem ve bu dönem arasında her yönden benzerlik var. O da yazdıkları, fikirleri yüzünden hapse giriyor, memurluktan atılıyor. Tarih durmadan tekerrür ediyor ama hakkınızı hiç zaman arayamıyorsunuz.

 

Babamın ‘Marko Paşa’ yazılarına bakıyorum da şimdiki yazılardan daha cesur. O yüzden de zaten gitti. Şimdi oto sansür var, fark ediyorum. Teşhis daha o zamanlar konuyor aslında. 1947 – 1948 yıllarında İkinci Dünya Savaşı bitiyor ve dünya doğu – batı diye ikiye ayrılıyor. O andan itibaren Türkiye’nin durumu, geleceği belli. Bunu da zaten Sabahattin Ali ve birkaç yazar görüyor. Onları da hemen tasfiye ediyorlar.”

 

 

GAZETECİLERİ ALLAH KORUSUN ETRAFTA KATİLLER DOLAŞIYOR!

 

“Babam hapishanede yatarken ‘Aman kızım üzülmesin’ demişti. Düşünün ne kadar insan olduğunu! Can Dündar, Erdem Gül ve diğerleri de emin olun dışarıdakiler için üzülüyorlardır. Babamdan biliyorum. Allah onlara güç versin, sabır versin. Cesaretlerini hiçbir zaman kırmasınlar. Her şerden bir hayır çıkar, her şey düzelecektir mutlaka. Umudu hiç bir zaman kaybetmemek gerek.

 

Hayatımın pek çok döneminde kaygıyı yaşadım. Kaygıyla nasırlaştık mı ne?  Her an her şey olabilir diye tevekkülle bekliyoruz. Allah korusun gazetecileri, dikkatli olun. Etrafta katiller dolaşıyor. Hele çok kişi tarafından okunuyor, destek veriliyorsanız o daha tehlikeli. Hukukun tam bir guguk olduğunu görüyoruz. Çünkü o gazetecilerin tutuklu olmaları için ne gibi bir sebep var? Kaçma olasılıkları mı var, niye tutuklu yargılanıyorlar?”

 

KAYNAK:  NOKTA DERGİSİ – PERVİN METİN