Türkiye’de uzunca bir süredir AKP’nin kendi anlam dünyasında tutarlı, akıl ve hukuk bağlamında ise akıl almaz şeyler oluyor.

Gelişmeler AKP’nin kendi anlam dünyasında tutarlı. Çünkü içine düşmüş olduğu ve adeta suçüstü yakalandığı 17-25 Aralık girdabından çıkabilmesi için tek çıkış yolu var; hukuku askıya almak, hukuk adına hareket etmiş olan emniyet ve yargı mensuplarını susturacak baskı rejimi kurmak.

Fakat sorun bu kesimleri susturmakla çözüme kavuşmuyor. Arkada ciddi anlamda bir kamuoyu var. Süreç daha başlangıçta medya aracılığı ile geniş kesimlerin bilgilenmesi ile sonuçlanarak bir çığ gibi AKP’nin üzerine çullanmaya başladı. Bu çığ giderek de büyüyor.

Medya organlarına yapılan baskı ve el koyma girişimlerini bu açıdan ele almak gerek. 17 ve 25 Aralık’ın failleri kendilerine göre toplumun demokratik iletişim kanallarını kısıp var olan yolsuzluk gerçeğini kendi zihin dünyalarında yok saymaya çalışıyorlar. Ama güneş balçıkla sıvanmıyor. Gerçek bir mıh gibi toplumun hafızasında çakılı duruyor.

AKP açısından tutarlılık içeren gayri meşru fiiller, akıl ve hukuk karşısında ise kıymete haiz şeyler değil. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; bizler millet olarak beş bin yıllık bir tarih ve ortalama iki bin yıllık devlet tecrübesine sahibiz. Kültürel ve siyasi kodlarımız imparatorluk tecrübesi ile örgülenmiş. Bu topraklarda denemesi yapılan Baas tipi bir rejim denemesi sosyolojimize aykırı olduğu gibi aynı zamanda da devletin ön aklına tezat teşkil ediyor. Var olan devlet tecrübemiz Anadolu’nun jeopolitiğinde böyle bir maceranın ortaya çıkaracağı büyük yıkımı gördüğü için nihayetinde olup bitenlerle ve ülkenin götürülmek istendiği uçuruma karşı gerekli refleksi gösterecektir. Ağır olsa da mutlaka gösterecektir. Yani Türkiye’yi sınırları Birinci Dünya Savaşı sonrasında sınırları çizilmiş olan proje Ortadoğu ülkeleri ve aşiret devletleri ile karıştırmak büyük hata olur.

Diğer taraftan Türkiye bir NATO ülkesi. Bu konseptin kendine göre dizayn edilmiş disiplini içerisinde kasabalı muhafazakâr çocukların mafyavâri sürreal heveslerine izin verilmez.

Ayrıca Türkiye’nin NATO ve ABD dışında Avrupa Birliği ile olan ilişkileri hatırı sayılır bir mesabede. Bu birliğe ilk müracaat tarihimiz olan 1961’den beri katılım irademizi sürekli canlı tutarak geliştirmiş durumdayız. Bugün ülkenin zinde ekonomik gücünü oluşturan kesimlerin hemen hemen tamamı ciddi bir kararlılık göstererek Avrupa Birliği ile entegrasyonu destekliyor. Türkiye Baasçıları’nın bu ivmeyi tersine çevirecek ne işletmelere dayalı ekonomik güçleri ne yerleşik değerleri ne de yetişmiş kadrolarlı var.

Sosyolojimize gelecek olursak; ülkemiz farklı felsefeler ve ontolojik çeşitlilik içeren toplumsal katmanlardan oluşuyor. Bu katmanların bir tarafında Sünnilik diğer tarafında Alevilik var. Yine aynı şekilde Sünniler ve Alevilerden müteşekkil Laik bir kitle söz konusu. Kürtlerin kendilerine ait beklentileri olduğu gibi milliyetçi hareket de bir başka renk. Sosyalistler, Liberaller, Kemalistler söz konusu katmanların farklı boyutlarını oluşturuyor. Dolayısı ile bu çok renkliği tek tipçi otokrat bir rejim altında toplamak ve zapt etmek zannedildiği kadar kolay bir iş değil. Gençlerimiz ve çocuklarımız ise zaten Doğulu olmaktan uzaklar artık. Onlar internet kullanan, yabancı dil konuşan, sosyal medyada aktif yeni Türkiyeliler. Batılı değerleri orta yaşlılarımız ve üzerindekilerden daha iyi biliyorlar ve ülkenin geleceğini oluşturuyorlar. Bütün bunlara bir de yurt dışı Türklerini ve Batılı ülkelere bir sebeple gidip-gelen, seyahat eden Türk diasporasını eklersek otokratik zihniyetin karşılaşacağı güçlüklerin oranı daha bir anlaşılacaktır.

Sonuç itibariyle, rahat olmamak ama enseyi de karartmamak lazım. Türkiye sadece demokrasini inşa ediyor. İnşa ederken de demokratik kazanım sürecinin doğası olan güçlükleri yaşıyor.

Bu vesile ile bizlere enseyi karartmamayı salık veren Çetin Altan Beyefendi’ye Allah’tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyorum.