Suruç bombalamasının ardından Türkiye’nin Suriye’ye düzenlemiş olduğu askeri harekât zihinlerimizde bir anda şok etkisine neden oldu. İlk anda bunun uzun zamandır konuşulan Suriye ile sıcak çatışma yani savaş provası olduğu algımız ön plana çıktı. Andından gelişmelerin sadece IŞİD ile sınırlı kaldığını gördük.

Fakat bu devamında başka bir soru işaretini getirdi. Çünkü Türkiye’deki siyasi iktidarın uzun süredir bu örgüt ile olduğu iddia edilen bağlantıları böyle bir girişimin çok da mantıklı olmadığı yönünde düşünmemize yol açıyordu.

Oysa Cengiz Çandar’ın 18 Temmuz Paktı olarak ifade ettiği süreç, IŞİD’e karşı Türkiye ile ABD’nin geçmişi 2 ay öncesine kadar giden bir görüşme trafiği yaşadığının ve bu görüşmelerin 18 Temmuz itibariyle netleştiğinin kanıtıydı.

Erdoğan iktidarı özellikle cemaate yönelik algı operasyonlarında bu sivil oluşumu halk nezdinden zor durumda bırakmak ve yaptığı gayr-i hukuki operasyonlara meşruiyet zeminin kazandırmak için ABD ile işbirliği yapmakla suçluyor ve çok yoğun bir şekilde anti-Amerikancı söylemler kullanıyordu. Amerikan büyükelçisine karşı kullandığı ifadeler arşivlerde hala canlılığını korumaya devam ediyor. Buna rağmen gelinen noktada yeni Türk-Amerikan ittifakı reel-politik açısından kabul edilebilirken Erdoğan’ın düştüğü durumu yansıtması açısından çok düşündürücü.

Tabi bir de IŞİD petrol kaçakçılığından sorumlu Ebu Sayyaf’ın karargâhında çıkan Türkiye ile ilgili belgelerin Türk hükümeti üzerindeki yaptırım gücü var.

Ayrıca gelişmelerin Sarraf’ın kuryesinin itiraflarına denk gelmesi Erdoğan’ın bu ittifaka nasıl zorlandığının belirtileri arasında.

Bölgemizdeki bu yeni oyun düzeninde temel belirleyici unsurun İran ile imzalanan nükleer antlaşma olduğunu düşünüyorum. İran’daki Hüccetiye ideolojisinin kırılması ya da şimdilik kırılıyor gibi görünmesi Seyyed Vali Reza Nasr’ın İran’ın dönüşümünde Liberalizmin desteklenmesi yönündeki fikirlerinin Obama üzerindeki etkisi ile ilgili olmalı.

Diğer taraftan yön değiştirmiş olan Kum şehri politikalarının Suriye’ye de yansıması olacaktır. İran bu güne kadar belki de Avrasyacı oluşumun içerisinde olmasının bir gereği olarak Rusya ve Çin’den de aldığı destek ile Esad’ı silah, para ve insan gücü olarak desteklemekte bir beis görmedi. Lakin yeni konseptinde bu desteğinin eskisi kadar yoğun olmaması Suriye’nin kaderi ile ilgili yeni gelişmeleri tetikleyebilir.

Türkiye’nin ABD ile birlikte Suriye’nin kuzeyine düzenlediği askeri harekât bu noktada önem kazanıyor. IŞİD’den arındırılmış bir bölge istendiği net.

Bu nokta da başka bir sürpriz devreye gidiyor. O da örgütün Kandil kamplarının bombalanması. Bazılarına göre olan şey; Erdoğan’ın HDP’ ye karşı kurguladığı oyunun bir parçası. Kürtleri terörize ederek yapmadığı düşündüğü erken seçimde oylarını artıracak. Mümkün. Ama şu ihtimal de gözden ırak tutulmamalı;

Acaba ABD, örgütü Kuzey Irak’tan çıkarıp, tamamen Suriye’nin kuzeyine taşınmaya mı zorluyor? Böylece hem Kuzey Irak’ın kontrolünü tamamen Barzani’ye bırakacak hem de Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu yeni Kürt bölgesi ile PKK militanlarını IŞİD’ karşı kullanmış olacak. Aynı zamanda da Kandil’in şahinlerine ve Türkiye’deki uzantılarına Kuzey Irak tipi yeni bir yaşam alanı açmış olacak.

Türkiye’ye gelince;

IŞİD, Suruç patlamasını henüz resmi olarak üstlenmedi. Ama Türk-ABD ittifakının kendisini hedef seçmiş olması nedeni ile duyduğu rahatsızlıktan dolayı böyle bir mesaj vermesi muhtemel. Lakin ben Önder Aytaç’ın (http://www.herkulhaber.net/gundem/ahrar-u-sam-fidan-erdoganin-topalca-da-fidanin-hayat-opucugu-mu/7836/) IŞİD’in başka bir örgütün taşeronluğu ile kamuoyu nezdinde zor durumda bırakılmasına yönelik ince hesaplarında dikkate alınması gerektiği kanaatindeyim.

Ahrar-u Şam üzerinden Türkiye’deki Kürt hareketinin tahrik edilmesi ve ortaya çıkacak gerginlikler iktidara hem IŞİD operasyonlarına katılması açısından meşruluk sağlıyor hem de meydana gelecek gerginlikte iktidarın arttırmayı düşündüğü oy hesaplarını devreye soruyor.

Bütün bu olup bitenlerde geriye iki aktör kaldı. HDP ve Öcalan. Kuzey Irak’taki Barzani oluşumu ile Kuzey Suriye’deki PKK Devleti’nden sonra üçüncü Kürt bölgesi olarak Güneydoğu Anadolu’yu dikkatle takip etmemizi gerektiriyor. Eğer HDP ve Öcalan olup bitenler karşısında sessizliğe çekilip gelişmeleri izlemeye devam ederse bu üç bölgenin birleştirilmesinden kaynaklanan Büyük Kürdistan Projesi’nin devrede olduğunu düşünebiliriz.

Yok, eğer özellikle Demirtaş’ın temsil ettiği yeni Kürt vizyonu Güneydoğu Kürtlerinin Türkiye ile entegre olmasını savunacak politik dil kullanırsa – ki bunun mümkün olduğunu gösterdiler- HDP Türk siyasi hareketi içerisinde saygınlığını attırmaya ve hatırı sayılır bir sol siyaset üretmeye aday olduğunu gösterecektir. Obama vizyonunun da bunu öngördüğü kanaatindeyim.

Öcalan’a gelince, bana göre o bütün bu oyun planlarının içerisinde artık yok. Harcamaya alışık olanlar onu da harcayacaktır.