Tayyip Erdoğan, Türk bakanların anayasa referandumu kapsamındaki toplantılarını engelleyen Avrupa ülkelerine tepki gösterip şöyle dedi:
“Siz böyle davranmaya devam ederseniz, yarın dünyanın hiçbir yerinde hiçbir Avrupalı, Batılı, güvenle, huzurla sokağa adım atamaz” dedi.
Avrupa’yı insan haklarına, demokrasiye ve özgürlüklere saygılı olmaya çağıran Erdoğan, “Unutulmamalıdır ki, bu değerlere bizim kadar özellikle Avrupalının ihtiyacı vardır” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya Başbakanı Angela Merkel’i de hedef alan Erdoğan Merkel’e yönelik olarak “Hollanda’da atını, itini benim vatandaşlarımın üzerine süren, benim bakanıma arabada mahkumiyet verene sen diyorsun ‘Ben de Hollanda’nın yanındayım’. Peki sen Hollanda’nın yanında mısın, güzel. Ben de halkımın ve Hakk’ın yanındayım. Bize parmak sallayan Avrupalılara sesleniyorum; Türkiye itilecek, kakılacak, onuru ile oynanacak, bakanları kapılardan kovulacak, vatandaşları yerlerde sürüklenecek bir ülke değildir” dedi.
Aslında Erdoğan’ın bu açıklamaları tipik seçim öncesi “kof kabadayı” söylemlerinden öte bir şey değil. Seçimden sonra her kof kabadayının yaptığı gibi söyzü yutar, tükrürdüğünü yalar, kuyruğu kıstırır ve Avrupa ile yeniden masaya oturur.
Nereden mi biliyoruz?
İsrail’den….
2012-2015 döneminde yoğun seçim gündemi varken hep hedef İsrail’di. Hemen her gün İsrail’e kof kabadayılık yapıyordu. İsrail bir yandan dirsek gösterip bir yandan da eline üç kuruş para tutturunca bu sefer İsrail’e tek kelime etmiyro görüyorsunuz. İsrail Gazze’yi bombalıyor bizimki görmüyor, duymuyor, hissetmiyor. Oysa aynı “kabadayı” bundan önceki her seçim öncesinde “Gezze’ye gidiyor, Gazze’ye almazlarsa dünyayı İsrail’in başına yıkıyordu.” Hatırladınız mı?
Şimdi nereye gidiyor? Avrupa’ya. “Avrupa’ya gelirim içeri almazsanız sizi dünyaya rezil ederim” sözü bir yerden kulaklarınıza aşina değil mi? “Gazze’ye gelirim almazsanız görüşürüz.” Troller unutsa da arşiv unutmuyor işte…
Avrupalı’da artık Erdoğan’ın “kof kabadayılığının” seçim propagandası olduğunu bildiği için o sözlere Kasımpaşa muamelesi yapıyor. Artık muhatap alıp cevap bile vermiyorlar.
Erdoğan bir yandan kendisine inanan saf insanlara “kof kabadayılık” ile tavır yaparken bir yandan da Avrupa’daki seçim programlarını iptal etti. “Hani Avrupa’ya gidiyor dünyaya rezil ediyordun? Yemedi mi?” diye soran olmadığı için salla salla vur duvara siyaset yapıyor kof kabadayı üslübuyla…
Peki Gerçekten Erdoğan Avrupa’nın güvenliği için tehdit oluşturur mu?
Bu sorunun cevabı maalesef, evet.
Her ne kadar Erdoğan bu söylemleri seçim amaçlı söylese de, reel politik anlamında kısa vadede tehditleri etkisiz olsa da, sosyolojik anlamda bu tehditlerin bir karşılığı var.
Öncelikle bu kof tehditlere inanan ve onu gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi anlayan bir Türk kitlesi var Avurpa’da. Bu kitlenin gerçekten kopuk, fiziki ve zihinsel gettolarda yaşayan bir kitle olduğunu düşündüğünüzde, Erdoğan’ın sözlerinin Avrupa’nın güvenliği açısından tehdit oluşturduğunu görebilirsiniz.
Bir süre Avrupa’da içlerinde yaşadığım bu kitleyi yakından tanıma fırsatım oldu. Bu kitle bir “hayali cemaat” olarak Türkiye’ye olan bağını koruyor ve Erdoğan’ın bu söylemleri bu kitleyi giderek Avrupa’dan uzaklaştırıyor.
Bu kitlenin uyumsuzluğunu ve acılarını ajite ederek siyaset yapan Erdoğan bu kitlenin “acılarına” pratikte bir “çözüm” sunan cihatçı teröristlerin kucağına itiyor. Erdoğan siyasal olarak Avrupa’da yaşayan Türklere ve dindarlara Avrupa’ya karşı ciyhat ilan etmenin iklimini oluşturuyor. Zaten Avrupa’ya olan tehditinin altında yatan anlam da buna işaret ediyor.
Dikkat ederseniz Erdoğan ile aynı tehdit dilini IŞİD’de kullanıyor. Onlar da Suriye’ye müdahale ederseniz Avurpa’da ve Dünyanın hiç bir yerinde rahat yaşayamazsınız diye mesaj veriyor.
Bu noktada Erdoğan pratikte, doğrudan Avrupa güvenliğine yönelik bir şey yapamasa bile söylemleriyle Avurpa’da yaşayan Türkleri cihatçı teröristlerin kucağına iterek Avrupa güvenliği için bir tehdit oluşturuyor…
Kötüsü şu: bu tehdit gelip geçici bir tehdit de değil. Erdoğan’ın kampanya döneminde dile getirdiği bu söylemler ve tehditler Avurpa’daki Erdoğan networkları tarafından yıl içinde defalarca ve sayısızca yeniden üretilip Avrupa’da yaşayan Türk toplumuna enjekte ediliyor. Yani Erdoğan’ın kürsüden söylediği söz sadece orada ve seçim döneminde kalmıyor.
Erdoğan networku içinde sürekli dolaşımda olan bu söylem Avrupa’daki Türklerin zihin haritasını zehirliyor. Erdoğan yarın gitse bile bu zehir Türkierin beyninde kalmaya devam edecek.
Erdoğan 2011 seçimlerinden sorna Türki Milli Eğitim sistemiyle oynamaya başlamış, İmam Hatiplerin sayısını artırarak, müfredate cihatçı düşünceler enjekte ederek cihatçı, batı karşıtı bir nesil yetiştirmeyi hedefliyor. Bu noktada bir hayli yol da aldı. Son dönemlerde liseden mezun olanların içinde “cihatçı” fikirlere yatkınlık giderek artıyor. Suriye’ye “cihada” gidenlerin sayısı biraz da bu nedenle fazlalaştı.
Erdoğan Türkiye’de yetiştirmeye başladığı “cihatçı eğilimli” nesli şimdi de Avrupa’da İmamlar üzerinden, Başta Diyanet vakfı olmak üzere Erdoğancı vakıflar aracılığıyla Avrupa’dan Türkiye’ye getirilen öğrenciler yetiştirmeye çalışıyor. Erdoğan’ın seçim kampanyası gibi görünen bu dili işte bu neslin siysal dilini oluşturuyor. Yani mesele sadece bir seçim kampanyası meselesi değil artık.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da şu: Ayrılıkçı ve cihatçı düşünceler Siyasal İslamcılar tarafından daha önce de Avrupadaki Türk toplumuna yayılmaya çalışılıyordu. Ancak bunun önünde iki handikap verdı. Bu düşünceleri değiştirecek bir siyasal dil eksikti. Erdoğan bunu tamamladı.
İkinci ve en önemli handikap ise daha önce Türkiyedeki toplum, gençlik ve inanışlarla Avrupadaki Türk toplumu, gençliği ve inanışları arasında uçurum vardı. Türkiye’deki dil ve toplum Avrupadaki Türk toplumuna göre daha seküler, daha modern, daha şehirli, daha dünyeviydi. Bu nedenle Avrupa’da cihatçı fikirlerle zehirlenen Türk gençleri Türkiye’ye tatile geldiklerinde o fikirler toplum içinde törpüleniyor, Türkiye’de karşılık bulamıyordu. Bir nevi Türkiye’deki seküler dil, günlük yaşam telaşı Avrupa’da cihatçılaşan Türkleri dünyevileştiriyordu.
Şimdi durum tam tersi. Artık Türkiye cihatçı fikirlerin ana rahmi gibi. Avrupa’da ayrımcılıkla cihatçı fikirlere meyilli hale gelen bir Türk genci gerek Türkiye’deki cihatçı networklar içinde gerekse genel siyasal iklim içinde cihatçı düşüncelerini “normalleştiriyor.” Böylece Türkiye, salt cihatçılıktan öte daha büyük bir sorunun, Avrupa’nın gelecek on yıllar boyunca uğraşacağı bir sorunun ana rahmi oluyor. Tehlike burada…
Emre Uslu