Halk tarafından seçilmiş siyasilere ayar çeken, baskıcı askeri vesayet döneminin geride kaldığı, İslam ve demokrasinin ortak ideallerde buluştuğu, İslam coğrafyasına örnek olarak sunulan, ekonomik gelişmesi ile dikkatleri üzerine çeken, Avrupa birliği üyeliği müzakerelerinde olumlu ilerleme kat eden, daha fazla demokratik açılımlar ve umut vaadeden, özgür, çoğulcu, insan haklarına saygılı ve çağdaş yaşama endeksli, kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan ve büyüyen 2011 Türkiye’sinde, iki dönem başbakanlık sonrası Erdoğan’ın siyasi hayata veda edip kenara çekildiğini varsayalım.
Muhtemelen Erdoğan tarih kitaplarında Cumhuriyet tarihinin en iyi Başbakan’ı olarak yer alacaktı.
Fakat Erdoğan üçüncü dönem başbakanlığı ve ardından ülkenin bütün kuvvetlerine elinde bulunduran bir Cumhurbaşkanlığına göz dikti.
2010 yılında Barack Obama’nın “Büyük İslam Demokrasisi” olarak nitelediği Türkiye, Erdoğan ve AKP hükumetinin attığı adımlarla büyük zarar gördü, ve uluslararası arenada Erdoğan’a olan güven ve umut tamamen yitirildi.
Mutlak güce sahip olma arzusu ile Erdoğan adını Cumhuriyet tarihinin en kötü lideri olarak yazdırdı.
Üçüncü dönem başbakanlığı ile demokrasi rafa kaldırıldı, hukukun üstünlüğü zedelendi, kuvvetler ayrılığı engel görülüp tek insana bağlandı, muhalefet ve özgür basın susturuldu ve karşımıza ancak 3.cü dünya ülkelerinde görülen otoriter bir rejim çıktı.
Dünya lideri olma hayalleri kurarken karşımıza Hitler özentisi taşıyan, Kaddafi/Saddam/Berlusconi karışımı garip bir kokteyl çıktı.
Erdoğan 2013 yılında yaşanan Gezi protestolarını kendisi ve ülke adına fırsata çevirme imkanını bir kenara bırakıp, radikal bir kararla keskin viraj aldı ve ülkeyi 40 yıl geriye götüren türbülanslı bir yola soktu.
Fırsat diyorum çünkü Gezi protestolarını darbe olarak değerlendirmek yerine barış dilini kullanıp, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirerek, birleştirici uslup ile müzakere ve kapsayıcı anlaşma yolunu seçmiş olsaydı, Türkiye demokrasisi ve gelişimi adına en az 10 yıllık bir kazanç elde edilecekti.
Fakat toplumu birleştirme yerine kutuplaştırma ve ayrıştırma yolunu seçen Erdoğan, AKP tabanını “Yeni Türkiye” masalı ile uyutup bu fırsatı tepti.
Muhalefeti kendini tanıma ve yanlışlarını düzeltme adına bir ayna olarak kullanma yerine, kendisi gibi düşünmeyen, kendisine oy vermeyen, en ufak kritik veren herkesi düşman olarak görmeye ve hain ilan etmeye başladı.
Erdoğan ve çevresindekiler hakkında çıkan yolsuzluk skandallarını bağımsız yargı tarafından soruşturulması yerine, seçimlerle “aklanma” yoluna gitti.
Kendi tabanın dahi hırsızlıklarını ve yolsuzluklarını kabul ederek “çalıyor ama çalışıyor” düşüncesine sahip olduğu ülkede, yolsuzluklar hakkında en ufak yorum yapan, yazı yazan herkesi kendisine ve ülkeye darbe yapmakla suçladı.
Girdiği her seçimi “İstiklal mücadelesi” olarak lanse etti.
Seçimleri kazandı. Ancak kontrolü(nü) kaybetti.
Yüzde 80’ini elinde bulundurduğu Türk (havuz) medyasını ve yandaş yazarları algı kampanyasında/propagandasında kullandı.
Bürokrasiyi, yargıyı, emniyeti, istihbaratı hallaç pamuğuna çevirip sadece kendine hizmet eden bir organ haline dönüştürdü.
Daha çok muhalefetin aktif ve haberleşmek için kullandığı sosyal medya platformlarını susturmak için çeşitli yollara girdi. Twitter, YouTube, Facebook defaatle kısıtlandı ve kontrol altına alma girişimlerinde bulunuldu.
“Twitter’ı-Mwitter’ı” kökten kapatma isteğini defaatle dillendirdi.
AKP tabanının %80’inin internet kullanıcısı olmadığını ve televizyondan beslendiğini iyi bilen Erdoğan oluşturduğu ve bizzat kontrol ettiği yandaş kanallardan (kendi kızına suikast, Kabataş, camide içki gibi) akla hayale sığmadık propoganda ve algı çalışması ile toplum mühendisliğine soyundu.
Fakat diğer yandan meseleye “nasılsanız öyle idare edilirsiniz” gözü ile bakacak olursak, bugünkü toplumun maalesef nasıl yaşadığı ve hangi vaziyette olduğu tablosu ortaya çıkıyor.
Yaşanılan hukuksuzluklara, yolsuzluklara, hırsızlıklara, zulümlere, izlenen yalan yanlış politikalara tepkisiz kalıp, rıza gösteren toplum yarın bütün bu olumsuzlukların faturasını ödeyecektir…
Süphesiz!
Uluslararası arenada bir terör destekçisi ülke konumuna gelen,
“Değerli yalnızlık” masalları ile uyutulup global dünyadan kopan ve kendi sınırları içine hapsolan,
“Stratejik derinlik” hikayelerinin stratejik rezillikler zincirine dönüştüğü,
İstikrar türküleri ile kandırılıp son sürat uçuruma doğru yuvarlanan ülkenin vatandaşlarını hiç de güzel günler beklemiyor…
Kendi rızasıyla zarara girene merhamet edilmez ama neylersin mesele ülke meselesi…