Muhaliflerin “Erdoğan takıntısını” Hasan Cemal bir yazıda özetlemiş. T24’deki Hasan Cemal’in yazısnı okuyan her muhalif “az bile yazmış” diyecektir.
İşte Hasan Cemal’in yazısı…
Erdoğan takıntısı!
Evet, Erdoğan takıntım var, saklamıyorum.
Üstelik epeyce derine giden bir takıntı bu.
Erdoğan’ın yaptıkları aklımdan hiç çıkmıyor.
Psikolojik bir sorun mu yaşıyorum?
Hayır.
Gerçekte benim takıntım Erdoğan’la değil.
Bakın, satır başlarıyla anlatayım.
Ayrıca ilk defa da anlatmıyorum.
Biraz sabır rica ediyorum.
Telefonla haber attırmış…
Telefonla gazeteci kovdurmuş…
Telefonla gazete patronu azarlamış, ağlatmış…
Telefonla TV programı sansürlemiş…
Telefonla köşe yazarını işinden etmiş…
Meydanlarda gazeteci yuhalatmış…
Meydanlarda gazeteci tehdit etmiş…
Kendisine ancak hoşlandığı soruları soran yandaş gazetecileri huzura kabul etmiş, gazeteci diye ancak ‘Saray soytarıları’yla rahat etmiş…
Twitter’ı kapattırmış…
YouTube’u kapattırmış…
Sosyal medyayı baş belası ilan etmiş…
İnternetin dilini kesmek için yasa yaptırmış…
Kendisi gibi düşünmeyenleri vatan haini ilan etmiş…
Hoşuna gitmeyen kararlar alan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı hain ilan etmiş…
Faiz indirmeyen Merkez Bankası Başkanı’nı hain ilan etmiş…
Daha iyi bir ekonomi düzeni için hukuk devleti, yargı bağımsızlığı isteyen TÜSİAD başkanlarını satılmış, hain ilan etmiş…
Erdoğan, Muharrem Yılmaz hakkında ‘Bu ülkeye sermaye gelmez diyen TÜSİAD Başkanı ülkeye ihanet ediyor’ demişti
Gazeteci diye ancak ‘Saray soytarıları’yla rahat etmiş…
Hoşlanmadığı kararların altına imza atan yüksek mahkeme yargıçlarını hain ilan etmiş…
İfade özgürlüğünü hiçe saymış…
Dağıttığı devlet ihalelerinden sağlanan paylarla kendi ‘havuz medyası’nı yaratmış…
Medyada genel yayın yönetmenlerine, köşe yazarlarına, ana haber politikalarına kadar temel konularda son söz hakkını kendine ayırmış…
Bağımsız medya deyince tüyleri diken diken olmuş…
Büyük iş alemini vergi sopası ile hizaya getirmiş, gelmek istemeyenlerin varlıklarına ölümcül darbeler indirmiş…
Bir büyük medya grubunun da sahibi olan bir işadamı hakkındaki beraat kararının bozulması için kendi Adalet Bakanı’nı Yargıtay nezdinde devreye sokmuş…
Danıştay Başkanlığı seçimine müdahale ederek, kendi istediği adayın başkan olmasını sağlamış…
Üniversite rektör seçimlerine doğrudan karışmış…
Bir büyük devlet ihalesini hoşlanmadığı bir gruptan alıp bir başka gruba verdirmiş…
“Kırın kapısını alın o gazeteciyi içeri… Savcı mırın kırın mı ediyorsa, onu da atın içeri…” diye İstanbul Valisi’ne emir buyurabilen kendi Başbakanlık Müsteşarı’nı İçişleri Bakanı yapmış…
“O gazetecinin sitesini kapatın! Mahkeme kararı mı yok?.. Yaa kardeşim, biz yasa yapan yeriz, gerekirse hangi yasa yapılıyorsa onu yapar, sizin yaptığınızı suç olmaktan çıkarırız. Koca yüzde 50 oy almış bir partinin iradesini söylüyorum ben. Boş ver, affedersin siktir et gerisini…” diyebilen, hukuk devletini bu kadar hiçe sayabilen Başbakanlık Müsteşarı’nı İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturtmuş…
“O polisleri derhal açığa alın, uzaklaştırın. Sabaha bırakmak mı?.. Onlar ifade mifade aldılar, o zaman bir anlamı kalmaz. Hemen toplayın, bir saat içinde yapın geçin. Ondan sonrasını siz buraya bırakın, yasa ne lazımsa çıkar kardeşim” diyerek İstanbul Valisi’ne talimat yağdıran, yani hukuku boşlayan müsteşarını İçişleri Bakanı yapabilmiş…
Kamunun hesap kitap işlerine dair Sayıştay raporlarını Meclis denetiminden kaçırmış…
Başbakanlık Müsteşarlığı’ndan İçişleri Bakanlığı’na atanan Efkan Ala ile Erdoğan
Kadınların etek boyuna karışmış, ailelerin çocuk sayısına karışmış…
Yolsuzluk, hırsızlık iddialarına ilişkin dosyaları kapatmak için yargıçları, hâkimleri, polisleri bir anda görevlerinden uçurmuş…
Savcı talimatı dinlemeyen polislerle ‘hukuk devleti’nin değil, ‘polis devleti’nin yolunda adımlar atmış…
Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet dosyalarının üstünü örtmek için, soruşturmaları karartmak için Adli Kolluk Yönetmeliği’ni anayasaya aykırı olarak anında değiştirtmiş…
Hukukun üstünlüğü açısından 2010 yılı anayasa referandumundan kilit kurum olarak çıkan HSYK’yı, “Yanılmışız!” diyerek, bu kurumu teslim almak için yasal düzenlemeler yapmış, adımlar atmış…
Ayakkabı kutularından, yatak odalarından etrafa saçılan milyon dolarlarla oğluna, bakanlarına kadar uzanan dosyalara ilişkin fezlekeleri kamuoyundan saklamak için her türlü oyunu sergilemiş…
Yolsuzluk ve hırsızlık dosyalarını kapatmak için paralel darbe safsatasını kullanmış, demokrasi ve hukuka karşı ‘kendi darbesi’ni yapmış…
MİT’e ilişkin yeni bir yasayla bir yandan Baasvari ‘muhaberat devleti’nin kapısını açarken, diğer yandan ‘kendi darbesi’ni derinleştirmiş…
Kendi darbesini yaparken, bir yandan paralel darbe safsatasına sığınmış, diğer yandan “Biz yanılmışız” diyerek, ‘askeri vesayet’in mümtaz temsilcilerinden olan Ergenekoncular’la kol kola girebilmiş…
‘Yargı bağımsızlığı’nı yerle bir etmiş…
‘Kuvvetler ayrılığı’nı hiçe saymış…
“Affedersiniz Ermeni” demiş…
“Affedersiniz Rum” demiş…
“Ben Türk’üm”, “Ben Sünni’yim”, “Sen Alevi’sin”, “Sen Zaza’sın” demiş…
Erdoğan, hoşuna gitmeyen kararlar alan Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı hain ilan etmişti
Büyük iş alemini vergi sopası ile hizaya getirmiş…
İstanbul’da, sinagogların önünde Hitler tişörtlü adamların belirmesine kadar varan bir Yahudi düşmanlığı, bir anti-semitizm dalgasının simsiyah kabarmasına dili ve söylemiyle zemin hazırlamış…
Daha 15 yaşındayken, protesto eylemlerinin kıyısında hayata veda eden Berkin Elvan’ın acılı anası Gülsüm Elvan’ı meydanlarda yuhalatabilecek kadar duyarsızlaşmış…
Kadınların etek boyuna karışmış…
Ailelerin çocuk sayısına karışmış…
Kızlarla erkeklerin nasıl oturup kalkacaklarına karışmış…
İnsanların neyi içip neyi içmeyeceklerine karışmış…
Kısacası, ‘hayat tarzları’na karışmış…
Toplumu kutuplaştırmış…
Cepheleştirmiş…
Nefret suçu işlemiş…
Ayrımcılığı beslemiş…
Irkçılığı körüklemiş…
Demokrasiye, laikliğe ilişkin değerlere sırtını dönmüş…
Temel eğitimi sistemli bir biçimde ve devlet eliyle ve de dindar nesil sloganıyla ‘imam hatipleştirme’ye başlamış…
Felsefeydi, mantıktı, eleştirel düşünceydi, bütün bu değerleri eğitim sisteminden ayıklamaya yönelmiş…
Kürt sorunu yok demiş…
Roboski katliamının üstünü örtmüş…
Kobani düştü düşüyor söylemiyle Kürtlere dönük duyarsızlığını açığa vurmuş…
Sandıktan çıkan çoğunluğu demokrasi sanmış…
Sandıktan çıkan çoğunlukla, demokrasilerde yargının teslim alınamayacağını, kuvvetler ayrılığının hiçe sayılamayacağını, ifade özgürlüğünün tepelenemeyeceğini, özgür medyanın yok edilemeyeceğini, sivil toplumun fethedilemeyeceğini, yani demokratik değerlere dokunulamayacağını bir türlü öğrenememiş…
Yüzünü Batı’dan Doğu’ya çevirmiş…
‘Askeri vesayet’ten ‘sivil despotluk’a ya da Doğu tipi İslamcı bir despotluğa geçişi, ‘yeni Türkiye’ diye, ‘halk ihtilali’ diye yutturabileceğini sanmış…
‘Tek adamlık’ yolundaki, ‘Ben yaptım oldu düzeni’ ya da ‘Erdoğan devleti’ yolundaki yürüyüşünü Saray’daki Sultan olarak işleyeceği yeni ‘anayasal suçlar’la devam ettireceğini hiç saklamamış…
7 Haziran’da kaybettiği için barış değil savaş düğmesine basmış…
Kendisinin kazanmadığı seçime seçim diyememiş…
Bu nedenle, bir ‘erken seçim’le Türkiye’yi hızla uçuruma doğru sürüklemeye başlamış…
Erdoğan, yüzünü Batı’dan Doğu’ya çevirdi…
Kendisinin kazanmadığı seçime seçim diyememiş, barış değil savaş düğmesine basmış…
İşte benim Erdoğan takıntım bütün bunların özeti.
Bir başka deyişle:
Benim takıntım Erdoğan değil demokrasi…
Benim takıntım hukukun üstünlüğü…
Yargı bağımsızlığı…
Kuvvetler ayrılığı…
Benim takıntım ifade özgürlüğü…
Basın özgürlüğü…
Medya bağımsızlığı…
Benim takıntım farklılıklara saygı…
Tüm hayat tarzlarına saygı…
Kadın-erkek eşitliğine saygı…
Benim takıntım laikliğe saygı…
Eleştirel düşünceye saygı…
Benim takıntım Kürt sorununun çözümü…
Benim takıntım, Kürtlerin demokrasi içinde ‘eşit vatandaşlık’ haklarını kazanmaları…
Ve benim takıntım barış; savaş değil…
İşte bütün bu nedenlerle Erdoğan’a kırmızı kart göstermeyi sürdüreceğim.
İşte bütün bu nedenlerle benim Erdoğan takıntım, demokrasi ve hukukun üstünlüğü bu memleketin de kapısını çalıncaya kadar devam edecek!
Anlatabildim mi takıntımı?..
Kaynak: t24.com.tr
YENİ YÖN’ün notu:
Hasan Cemal’in yazmadıkları da var:
Örneğin dün “Ergenekon davasının savcısıyım dediği halde bugün “aldatıldım” deyip ortadan çıkması…
Dün “analar ağlamasın” dediği halde bugün “şehadet kıyamete kadardır” demesi…
Dün “ne istediler de vermedik” dediklerine bugün “su bile yok” demesi…
Kısaca say say bitmez….
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...