Tayyip Erdoğan’ın en sıkıntılı döneminde 2003-2007 e-muhtırasına kadar Başbakanlık müsteşarlığı yapan ve Ömer Dincer T24’ten Hazal Özvarış’a konuştu. Birbirinden çarpıcı açıklamalar yapan Dinçer AKP’nin Ergenekon ile girdiği pazarlık ile örtülen Ergenekon ve Balyoz davalarının beraatle sonuçlanmasını adil bulmadığını söyledi. İşte Dinçer’in çarpıcı söyleşininden ilginç bölüm:
“Belki Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olması AK Parti için de bir şanstı”
– Askerin zihninde sizce bu yönde bir evrimleşme oldu mu?
Bilmiyorum, bunu ölçme ve bilme yöntemim yok. Ama en azından Türkiye pek çok konuyu kabullenmiş görünüyor. TRT’de Kürtçe yayın meselesinin 2 saat olmasından tutukevlerinde mahkûmların annelerinin Kürtçe konuşabilmeleri fikrine, devletin resmi okullarında Kürtçenin okutulduğu bir noktaya gelinmiş. Bu sizi tatmin etmeyebilir, ama önemli bir gelişmedir. Buna benzer başka değişimler de oldu, değişik kesimlerde. Bugün çıkarılan bir kanun MEB okullarını ilgilendirir ama TSK’ya bağlı okulları ilgilendirmez diyebilir misiniz? Çıkarılan kanunlar herkesi ve her kesimi bağlar. Yavaş yavaş insanlar alışıyor ve uygulamadan sonra yanlış düşündüklerini fark edebiliyorlar. Değişimlerin hazmedilmesini sağlayacak bir fırsatı vermek lazım.
1800’lerden itibaren bu toplum ideolojik, otoriter ve merkeziyetçi olmaya yöneldi. Şimdi aksini söylüyor ve talep ediyoruz. Kendi ideolojisinden olmayanlara karşı önyargı ve ötekileştirme yerleşik bir tutum oldu, onu kendisine benzetmek için otoriter ve merkezi bir yol izlendi. Şimdi herkesin kardeşçesine yaşadığı bir ülke olmak istiyoruz. Her birimiz kendimizi ne kadar demokrat olarak görürsek görelim, “Ötekine fırsat verelim” diyorsak diyelim, hepimizin temel hak ve özgürlüklerini kabullenmek ve karşı tarafı kendimiz gibi görmek konusunda sorunlarımız var. Demokrasiyi istikrarlı hale getirmek ve içselleştirmek zaman alacak, öyle görünüyor. Yıllarca toplumun genetiğine ideoloji ve otorite yerleşmişken kolayca çıkarıp atamayacağız. Belki Kürt halkına da bunu anlatmak lazım, bu tüm Türkiye’nin bir sorunu. Hepimizin birbirimize şans vermesi lazım.
– Sizin açınızdan tehlikeli bir soru mu: Darbe teşebbüslerini klasik anlamda bir darbeye dönüştürmeyerek asker de AKP’ye bir şans tanımış oldu mu? 27 Nisan e-muhtırasına karşı AKP dik durdu, evet, ama Hilmi Özkök gibi kişilerin varlığı da AKP’ye yolu açmadı mı?
Belki Hilmi Özkök Paşa gibi demokrasiye inanmış bir Genelkurmay Başkanı’nın olması AK Parti için de bir şans oluşturdu, ama yine de Türkiye’nin derin devlet meselesi olduğunu tekrarlamak lazım. O dönemde bile Genelkurmay Başkanı’na rağmen bazı çabaların olduğunu gördük. Türkiye 17-25 Aralık hadiselerinde de derin devletin teşebbüsüne maruz kaldı. O yüzden Türkiye derin devlet sorununu çözmeden bu tip konularla hangi şartlarda ve nasıl karşılaşacağını kestiremeyebilir.
“Türkiye derin devlet meselesini çözememiştir”
– Söylediğinizden şu da çıkar mı: “Bugünkü Başbakanlık Müsteşarı da içinde darbe girişimleri olacak bir kitap yazıyor olabilir”?
Ondan emin değilim, ama Türkiye derin devlet meselesini çözememiştir. Bunu çözmesi gerekir. Tekrarlayacağım, insan hak ve özgürlüklerini kendisine zemin alan bir anayasa çıkartmalı ve derin devlet meselesi, toplumun ideolojik bir toplum olma meselesini çözmeli.
– Okuyucular için hatırlatalım; derin devlet tanımıza göre “Buzdağının görünen kısmı asker. Bu ideolojiye sahip başta bürokrasi, yargı, siyaset, iş ve sanat dünyası, üniversite ve medya içinde vesayeti koruyan aktörler var.” Sizce Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda derin devlet yargılanmadı mı?
Ulaşılabilen kısımları yargılandı. Derin devlet dediğiniz şey çok kolayca teşhis edilebilir, ispat edilebilir bir yapı değil. Her örgütün bir formel yapısı vardır, bir de informel. Siz gazetenizde birkaç arkadaşınızla daha samimisinizdir, birlikte yemeğe çıkar, hafta sonları ortak programlar yaparsınız. Bu grup şayet örgütün resmi amaçlarını kabul ederek dayanışma ortaya koyarsa o örgütün lehine sonuç doğurur, ama o amaçlar dışında farklı amaç belirler ve kurum içinde bunlar için işbirliği yaparsanız, bir derin yapı olursunuz. Bu da kolay ispat edilebilir bir şey değil. Bu açıdan, görünen ve ispat edilebileceği düşünülen kişilere hesap soruldu, 12 Eylül dahil. Dilerim bundan sonra bu konuda teşebbüste bulunacaklara hesap soracak bir sistem de oluşturur.
– “12 Eylül dahil hesap soruldu” derken kastınız ne?
Dava edildiler. Zaten hesabı yargı sormalı.
– Cezaevlerinde bu sebeple kimse yokken ve mağdur edilenlere tazminat ödenirken derin devletin yargılandığı söylenebilir mi?
Bu dediğimi haklı çıkarıyor, derin devleti hissedersiniz ama belgelendirmezsiniz. Olayın gerçekliği ile ispat edilebilirliği ayrı şeyler. Olayın ispat edilmesi sürecinde eğer hukuka uygun yöntemler kullanılmamışsa ve bundan dolayı dava düşüyorsa bu olayın gerçek olmadığı anlamına gelmez.
– Sizce davalarda hata yapılan nokta delillendirme mi?
Ben hukuki sürece dair bu kadar ayrıntılı bir gözlem veya okuma yapmadım.
“Darbe hazırlığı bilgileri
MİT ve emniyetten geldi”
– Bugün gazetesine 8 Şubat 2010’da “Balyoz’da olduğu gibi, ona benzer ama farklı türde simülasyonların hepsinden haberimiz vardı”, Ayşe Böhürler’e geçen sene “O dönemlerde bizler her hafta şurada toplantı var, ihtilal hazırlığı yapılıyor bilgisi veya tehdidi ile yaşadık” demiştiniz. Size gelen bilgilerin delil niteliği yok mu?
Nasıl ispat edeceksiniz?
– Sizinle bilgiyi paylaşanlar kimdi?
İnsanlar şifahi olarak söylüyorlar, okunduktan sonra imha edilecek isimsiz, imzasız bilgi notu veriyorlar. Bilgi verenler herhangi bir insan değil, daha çok Emniyet İstihbarat Daire Başkanları yahut Milli İstihbarat Teşkilatı mensupları. İsimsiz, imzasız mektuplar da gelir veya sözlü dedikodular olur. Yani resmi bir yazı gelmez. Bunlar size söylenir, bilirsiniz, o kadar.
“Erdoğan’la darbe teşebbüsü
iddialarını sadece bir kez konuştuk”
– Bir darbe teşebbüsü nasıl öğrenilir ve insan ne tepki verir’i öğrenmek adına soracağız, o dönem nadir bir pozisyonda olan size Ayışığı, Sarıkız gibi teşebbüslerin ilk bilgisi nasıl geldi?
Ben galiba gereğinden fazla soğukkanlıyım; içinde bulunduğum riski veya karşı karşıya kaldığım sorununun büyüklüğünü fark edemeyecek kadar soğukkanlı davranmış olabilirim. Başlangıçta gelen bilgilerin birçoğunu, bizi korkutmak için yaptıklarını varsayıyordum. Daha sonra bunlar çok sıklaştığında ve birden çok farklı kanaldan benzer bilgi geldiğinde işin ciddiyetini kavradım. O zaman sadece bir kez Sayın Başbakan’ımız ile paylaştım.
– Aranızda nasıl bir konuşma geçti?
“Sayın Başbakan’ım son zamanlarda sıklıkla darbe hazırlığı yapıldığına dair bilgiler geliyor. Aslında şimdiye kadar sizinle paylaşmaya gerek görmemiştim, ama şimdi biraz endişe ediyorum ve size de aktarma ihtiyacı hissettim” dedim. O da “Bana da benzer bilgiler geliyor, Ömer Bey biz işimizi yapmaya devam edelim” dedi. Sonra göz ardı ettik bu iddiaları, ama o bilgiler bize 2007 yılı, 27 Nisan bildirisine kadar gelmeye devam etti. O tarihten sonra ben müsteşarlıktan ayrıldım. Benden sonraki müsteşara ne geldi bilmiyorum.
“Ergenekon, Balyoz planları yapanların beraat edip tazminat almaları hiç adil değil”
– “Benimle ilgili operasyonu başlatan şu anda içeride, Ergenekon’dan tutuklu olan bir paşa. O talimatı verdiği günden 3 gün sonra, Emniyet İstihbaratı bana bilgi notu olarak, ‘şu paşa şunları şunları şöyle bir şey yapmıştır” diyen sizin o paşanın serbest olması içinize siniyor mu, sizce Ergenekon davası yeniden görülmeli mi?
Ben bu konularla ilgili insanları Cenabı Allah’a havale ettim, öyle kaldı. İçimde hiçbir kin yok. O dönemde ben hakkımı hukuk yoluyla aramaya da teşebbüs ettim. Ama maalesef, hatırlarsanız yargı benimle ilgili çok haksız bir karar verdi, “Başbakanlık Müsteşarı anayasaya aykırı düşünmektedir, anayasa aykırı düşünen kişi bunlara tahammül etmelidir” dedi. Ben ondan sonra yargı yoluna başvurmadım, bu kararı veren insanların hepsini Allah’a havale ettim. O insanlara belki de en büyük cezam yaptıklarını unutmam olacak. O insanların eğer vicdanı varsa, bunu fark ederler, masum olmadıklarını kendileri biliyor. Ancak Ergenekon, Balyoz vb. planlar yapanların, hiçbir şey olmamış gibi beraat etmeleri, tazminat almaları hiç adil değil.
– Erdoğan’ın “Ergenekon’un savcısıyım” derken “Milli orduya kumpas kuruldu” aşamasına geçmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunlar çok şahsi şeyler, bunları sormayın. Ben dikkat edersen mümkün olduğu kadar genel doğru bildiğim şeyler üzerinden cevap vermeye çalıştım.