Başlıktaki ifade bir öngörü değil, analiz değil, bana ait bir değerlendirme de değil. Bu ifade MİT krizini tetikleyen belgelerin içindeki, MİT-PKK mutabakatlarında yer alan, devlet kayıtlarına girmiş bir ifade.
Başbakan’ın kefil olduğu kurumun PKK’ya verdiği taviz metinlerinde yer alan bir ifade bu.
Erdoğan, MİT krizine ilişkin yaptığı değerlendirmede “MİT müsteşarına talimatı veren benim, alacaksanız beni alın” diye savcılara medyan okudu.
Erdoğan ayrıca “MİT-PKK görüşmelerinde yazılı bir belge verme, taviz verme sözkonusu değil” diyor. Bunu açıklarken “MİT-PKK arasındaki mutabakat metinlerinde altına imza atılmış bir belge yoktur” diyor.
Ya Erdoğan yanıltılıyor ya da kendisi yanıltıyor. Zira üçüncü bir devletin arabuluculuk yaptığı bu tip durumlarda zaten belgelerin altına taraflar imza koymaz. İmzayı hakem devlet koyar ve belgeyi kendi arşivine kaldırır.
MİT-PKK mutabakatında da öyle olmuş. O mutabakat metninin 9. maddesinde bu husus açıkça belirtiliyor: “Taraflar, müzakereleri derinleştirmek ve gündemdeki konuları tartışmak üzere hazırlıklarını yaparak 2011-Haziran ayının ikinci yarısında biraraya gelmeyi kararlaştırmışlardır. Üç paragraflık giriş ve dokuz maddeden oluşan iş bu mutabakat metni, taraflar arasında arabuluculuk yapan HD (Hakem Devlet) temsilcileri tarafından, taraflar adına imza altına alınmış ve aslı HD merkezinde arşive alınmıştır.”
Mutabakat metninde açıkça yazılı olduğu halde Erdoğan hâlâ “Benim müsteşarım kimseye taviz vermedi” diyor ama belge ortada. O mutabakat metinlerinin altında MİT yetkililerinin ve Erdoğan’ın özel temsilcisi Hakan Fidan’ın onayıyla arabulucu devletin imzası var. O devletin arşivinde saklanıyor bu belge.
Bu imza Türk hükümetini sorumluluktan kurtarmıyor. Erdoğan mert adamsa doğruyu söylesin. Böyle numaralarla bizi çocuk yerine koymasın.
Başbakan’ın özel temsilcisi ve MİT yetkililerinin onayıyla imzalanan bu metinlerin Belfour Deklarasyonu etkisi göstermeyeceğini de kimse söyleyemez. Yarın ortalık karışır ilişkiler kötüleşirse hakem devlet o metinleri ortaya çıkarıp, “Türk devleti temsilcileri KCK’ya söz verdi. Sözlerinizi tutun” diye bu metinleri bir uluslararası hukuk sorunu haline dönüştüremez diyebilir misiniz? HAYIR.
Belfour Deklarasyonu 1917 yılında Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı’nın Yahudi Cemaati liderine gönderdiği bir mektupta Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasından yana olduğunu belirtiyordu. Bu mektup daha sonra bir uluslararası hukuk metni olarak kabul edildi ve İsrail’in kurulma sürecinin başlangıcı oldu.
MİT yetkililerinin onayı ile imza altına alınan MİT-PKK mutabakatlarının benzer bir şekilde uluslararası tartışmaya kaynaklık yapmayacağını söyleyebilir misiniz? Durum bu kadar açık ve vahimdir. Erdoğan kimseyi kandırmasın.
İşin kötüsü o mutabakat metinlerinde hakem devletin imzası altına alınan konulardan biri de PKK ile barış anlaşması sağlanırsa “Güneydoğuda görev yapan güvenlik görevlileri savaş suçlusu olarak yargılanacak” konusu. Bu durumda bölgede görev yapmış tüm güvenlik personelinin savaş suçlusu olarak yargılanması olasılığı vardır.
Bu husus MİT yetkililerinin bilgisi dâhilinde resmî kayıtlara sokulmuştur. Dahası bu mutabakatın içinde yer alan metinler bizzat MİT elemanları tarafından Kandil, İmralı, Avrupa arasında dolaştırılmıştır. İşte güvenlik bürokrasisinin kanının beynine sıçratan en önemli ayrıntılardan biri budur.
Umarım MİT bu bilgiyi bizleri ikna edecek şekilde yalanlar. Şimdiye kadar yalanladığı konularda bile doğru söylemediği ortaya çıkan bir kurumun bu konuda kamuoyunu ikna etmesi için ortaya BELGE koyması gerekiyor. Zira Uludere faciasından sonra ortaya çıkan gerçekler bize MİT’in belgesiz hiçbir sözüne güvenmemeyi öğretti.
Şimdi başa dönüp Erdoğan’a birkaç soru sorma vakti. Sayın Erdoğan “bölgede görev yapmış güvenlik güçleri savaş suçlusu olarak yargılanacak” şartını mutabakat metinlerine sokun emrini de siz mi verdiniz?
Serap’ı yakan o molotoflu eylemi organize eden kişinin MİT elemanı olduğuna ilişkin iddialar var. Sayın Erdoğan, çok güvendiğiniz MİT mensuplarına, “Serap’ı yakın” talimatını da siz mi verdiniz?
Bitmedi, O görüşmelerde MİT heyeti, “KCK operasyonlarını kendilerinin yapmadığını polisin yaptığını” ifade edip devletin polisini PKK’ya şikâyet ediyor. Bu şikâyetten sonra PKK, MİT ajanlarının gözü önünde, bilgisi dâhilinde, polise yönelik saldırılarını arttırıyor. Oslo görüşmelerinde MİT’in polisi PKK’ya şikâyetinin onlarca polisin ölümüne sebep olduğu iddia ediliyor. Bu durumda “sözümü dinlemeyip KCK operasyonu yapan polisi ve savcıyı PKK’ya şikâyet edin onlar da gelip polisleri öldürsün” talimatını da siz mi verdiniz sayın Başbakan?
KCK sözleşmesini yazanların MİT mensubu olduğu iddia ediliyor. MİT’e “KCK için bir anayasa (KCK sözleşmesi) hazırlayın” talimatını da siz mi verdiniz Sayın Başbakan?
Keşke çok güvendiğiniz MİT KCK için değil Türkiye için bir anayasa hazırlasaydı..
MİT’in terörle mücadele operasyonlarına istihbarat paylaşımıyla katkısının binde dört (4/1000) olduğu ifade ediliyor. MİT’e “güvenlik birimleriyle istihbarat paylaşmayın” emrini de siz mi verdiniz Sayın Başbakan?
Bu talimatları siz vermediyseniz neyi ve kimi savunuyorsunuz Sayın Başbakan? Çocuk mu kandırıyorsunuz, adam mı oynatıyorsunuz? Biraz ciddiyet lütfen…
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...