Aşağıdaki yazı 5 Nisan 2011 tarihinde Emre Uslu tarafından kaleme alındı ve Taraf gazetesinde çıktı.  Bugün yeniden okunduğunda tartışmaları yerli yerine oturtacak bir analiz olduğunu değerlendirerek GÜNÜN HATIRLATMASI başlığı altında dikkatinize sunuyoruz:

“Emniyet’te Fethullahçılık tartışması neden ve ne zaman yapılır”

Türkiye’de parametre değişikliklerini anlamam için bir pusulam vardır. Emniyet teşkilatındaki “Fehtullahçı” listeleri ortalarda dolaşmaya başlarsa Türkiye’de yeni bir makas değişikliği olacağından korkarım ben. Bilirim ki Türkiye’de birileri kadro kaydırması yapmak için düğmeye basılmış demektir. Kadro kaydırması şu demektir: Derin devletin operasyon yapacağı bölgelere “güvenilir” polis şeflerinin getirilmesi gerekir. Bunun için de dürüst, çalışkan ve derin devlet ile ilişkisi olmayan kişiler “Fethullahçı” ilan edilir ve tasfiye edilir. Bölge operasyona elverişli hale getirildikten sonra da operasyonlar başlar. Son dönemdeki “Fethullahçılık” tartışmaları ile Savcı Zekeriya Öz ile emniyet müdürü Ali Fuat Yılmazer’in görevlerindeki kaydırmaları da bu şekilde okursak yanlış olmaz kanaatindeyim.

Daha somutlaştırarak devam edelim. Emniyet bünyesinde şimdiye kadar toplam üç defa büyük oranda tasfiye girişimi için “Fethullahçı polisler listeleri” oluşturuldu. Bunlarda ilki 1992 yılında yapıldı. 1992 yılı Özal talebiyle Adnan Kahveci’ye hazırlatılan Kürt raporu devlette paradigma kırılmasının ilk adımıydı. Resmi devlet sivil iktidarın Kürt sorununa el atmasından rahatsız olmuş ve bu işin son bulmaması için gereken önlemleri almaya başlamıştı. 1993 yılında başlayacak toplu savaş için kadro kaydırması yapılması gerekiyordu ve bu nedenle de Emniyet birimlerindeki “Özalcı” müdürlerin yerlerinin değiştirilmesi gerekiyordu. İşte emniyette patlayan Fethullahçı polisler tartışması bu kaydırma işlemi için toplu bir zemin oluşturdu. Bu surecin sonunda Emniyetin özerlikle Güneydoğu kadrolarında geniş kaydırmalar yapıldı. Örneğin Fethullahçılık soruşturmasını başlatan polis kökenli yöneticiler OHAL valisi yapıldı. Yine bu kapsamda kadro kaydırması sayesinde emniyet müdürleri vali yapılıp Güneydoğu’ya yollandı. Zira mülkiyeli “Fethullahçılardan” da bölgenin temizlenmesi gerekiyordu. Böylece Yeşil’den Faili Meçhul’e derin devletin operasyon alanı açılmış oldu ve o bölgede işlenen cinayetlere göz yummalar başladı.

Emniyet’te ikinci Fethullahçı polisler listesi 1999 yılında Cevdet Saral’ın öncülüğünde yapıldı. İddia oydu ki bu talep bizzat MGK’dan gelmişti. 1999 yılında nelerin olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bu liste dalgasını 28 Şubat’ın henüz hızı kesilmemiş rüzgârlarına bağlayanlar olsa bile asıl hedef kadro kaydırma girişimiydi. Bu kapsamda Ankara Emniyet müdürünün, İstanbul’a emniyet müdürü olmak için o dönem İstanbul’da mafyaya yönelik operasyonlarıyla öne çıkan Adil Serdar Saçan’ı Fethullahçılar listesinde ön sıralara eklemişti. Aynı dönemde yine mafya ve derin devlet işlerini iyi bilen emniyet Müdürü Hanefi Avcı’da Fethullahçılar listesinin ilk başlarında yer alıyordu. Bu listeden sonra doğal tartışmalar geldi. Karşı hamle ile görevden alınmasaydı Ankara’daki “iki Osman bir Cevdet” formülünün İstanbul’a taşınacağı kesin gibiydi. Yani Cevdet Saral ve iki yardımcısı Osman müdürler İstanbul’a gelecekti. Liste savaşında Saral İstanbul Emniyet müdürü olamasa bile verilen görevi iyi yerine getirmişti. 1999’yılı ve 2000 yılı Emniyet hallaç pamuğu gibi dağıtıldı ve yeni kadro kaydırmaları yapıldı. Sonrasını biliyorsunuz. Banka hortumlamaları, mafya işleri ve büyük patronlar milletin paralarını çalarken nedense polisin gözü görmez kulağı duymaz olmuştu. Ne tesadüftür ki 1999 yılındaki “Fethullahçı” emniyetçiler listesinde tamda Banka hortumcularıyla uğraşması gereken Organize Suçlarla Mücadele birimleri hedef alınmıştı.

Yıl 2006 Emniyet bir kez daha Fethullahçı polisler listesiyle sarsıldı. Listeyi hazırlayan 1992 yılındaki kaydırmayla Şırnak’a emniyet müdürü yapılan Necati Altıntaş’tı. 2006 yılında Türkiye bir cinayetler sürecine girerken yeni bir kadro kaydırma girişimine başlandı. Örneğin Rahip Santoro cinayetinin işlendiği Trabzon’a eski ekipten Reşat Altay müdür yapıldı. Hrant Dink cinayetine kadar Trabzon’da olan onca olaya rağmen Altay görevde tutuldu. Dink’i savunduğunu iddia eden Nedim Şener gibi gazeteciler nedense Altay’ın sorumluluğunun üstünü hep örttüler. Meraklısı (Eser Karakaş’ın Star’daki Reşat Altay Trabzon’a nasıl geldi?) başlıklı yazısını okuyabilir.

Ne tesadüftür ki 2006 yılındaki “Fethullahçı polisler” listesinde bu sefer ön sırlardaki isimler İstihbarat Dairesi ve İstanbul İzmir ve Ankara istihbarat polisleri ile Organize Suçlarla Mücadele Dairesinin parlak emniyetçileri “Fethullahçı” yapılmıştı. 2006 yılında bu sefer beklenen kadro kaydırması yapılmadı. Arkasından neler olduğunu gördük. Trabzon’da “Fethullahçı” olamayan polisin gözlerinin önünde bir Rahip öldürüldü ve Hrant Dink’in katilleri orda planlarını yapıp Hrant’ı öldürdüler. Ankara’da birbiri arkasına yakalanan Sauna, Atabeyler çetesi, ve Danıştay saldırısının katili belli ki birilerinin kadro kaydırma planını bozmuştu. 2006 yılındaki listeyle emniyette kadrolar kaydırılabilseydi bugün Ergenekon’u da, daha demokratik Türkiye’yi de konuşmayacağımızdan eminim. Başbakan’ın yaşaması bile o kadro kaydırma girişimine karşı çıktığından mümkün olabilmiştir desek abartmış olmayız. Zira Atabeyler gibi birbiri ardına yakalanan çetelerin evlerinden Başbakan’ın evinin krokileri çıkmıştı. 2006 yılındaki Fethullahçı Polisler listesiyle emniyette kadro kaydırılmış olsaydı birileri işlerini rahat rahat yapacaktı. 2007’deki muhtıraya giden yolu kadroda tutulan polisler kesti. Eğer kesmeselerdi 2007’de e-muhtıra’dan ötesi olacaktı. Ne yazmıştı Zeyno Baran: “2007 yılında Darbe olma ihtimali yüzde elli.” Bilenler o darbenin nasıl önlendiğini çok iyi biliyor.

Son kez 2009’yılında Hanefi Avcı’nın kitabıyla başlayıp Ahmet Şık’ın kitabıyla yeniden gündem sürülen “Emniyet’te Fethullahçı polisler” tartışmasından ürkmemin nedeni bu. Zira her iki “eserde” de Fethullahçı diye hedeflenen polis ve savcıların ortak noktası Ergenekon operasyonlarını yapıyor olmaları. Görüldüğü kadarıyla bu tartışmalar toplu bir kadro kaydırmayı başaramadıysa da iki önemli köşe taşını yerinden oynattı. Umarım sonu 1992 ve 1999’daki gibi olmaz bu operasyonların. Ben korkuyorum siz de korkun…

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...