İnşaata Girmek KESİNLİKLE Yasaktır!

Geçen gün elimde baston sokakta yürürken bir inşaatın önünden geçtim. Suntadan yapılma yüksekçe bir plakla kapatılmış şantiyenin duvarlarında, her beş metrede bir şöyle bir tabela vardı:
“İnşaata girmek kesinlikle yasaktır.”

Gülümsedim tabi.

Türkçe ile ilgili yıllardır savunduğum bir tezimi müdafaa için güzel bir numune daha bulmuştum. Günümüz Türkiye’sinden başka misaller de zihnime düşünce bu yazı kaçınılmaz oldu.

Efendim; yeni bir medeniyet,ülke ya da devlet inşa ederken ilk tesis edilmesi gereken müessese dildir. Yalnız bu dil mevzuu öyle karışık bir iştir ki yalnızca birkaç cümlenizi işiten biri bile bu hevesinizin ne kadar ütopik olduğunu hemen fark ediverir.

Bana göre Türkçe, -en azından bugün kullanılan haliyle- herhangi bir medeniyet ya da devlet kurmak için yeterli bir altyapı sunmaya müsait değildir. Bunu sadece bir kaç örnekle gerekçelendireyim, müsaadenizle.

Misal, az önce yukarıda zikrettiğim uyarı yazısı: İnşaata girmek kesinlikle yasaktır. Eğer bir yasak söz konusu ise bu zaten belli bir kesinlikte olmalı değil midir? Buradaki “kesinlikle” ibaresi tam bir “Ortadoğu toplumu” özelliğidir. Arka plandaki anlamı şudur: “Ey millet, bir dönem biz buraya girmeyi yasaklamış idik. Lakin bazı istisnalar vardı. Şimdi o istisnai durumları da kaldırdık.” Muhtemelen şantiye alanında hoş olmayan bir vukuat oldu. Bir yerde bir eylem yasaksa; yasaktır. “Kesinlikle” şeklinde ekstradan bir vurgulama zihin altında “aslında bazı istisnaları da vardı” çağrışımı yapar. Evet Türkçe anlatımlar, söylenen şey üzerinden değil de daha çok söylenmeyen ancak ima edilen şey üzerinden anlam yükü kazanıyor. Bu nedenle de Türkçe, duyan-okuyan herkesin fazladan bir çaba harcamasını gerekli kılıyor. Söylenen kelimelerdeki mananın, başka taraflara bu kadar çekilebildiği bir dil, bir medeniyetin çimentosu nasıl olabilir?

Bir başka misal OnBeş Temmuz’dan sonra yüksek zevatın ağzından sıkça duyduğumuz bir cümle:
“Bu hainler hak ettikleri en ağır cezayı alacaktır!”

Şimdi bu cümlenin neresini düzelteceksin azizim!
Öncelikle bu süreçle ilgili bir yargılama safahatı olacaksa, henüz mahkeme başlamadan, sizin birilerini “hain” ilan etmeniz uygun düşer mi efendiler? O yüzden mi gözaltında iken işkencenizden vefat eden öğretmenin cesedine bile eziyet ediyorsunuz? O nedenle mi “Hainler Mezarlığı” diye bir garabet icat ettiniz? Yargılaması yapılmadan, hakkında herhangi bir hüküm tesis olunmadan bu kadar ağır ithamlara nasıl insanları maruz bırakabilirsiniz?

İkinci kısım “hak etmek” le ilgili… “Bu hainler hak ettikleri en ağır cezayı alacaktır!”
Bilmez misiniz be gafiller; hak,müspet anlam yüküne sahip bir kelimedir. “Ceza” gibi menfi bir durum için bu tabiri kullanmak cahilliğin ufak bir zirvesidir. Elbette anlamak gerekir, sizin gibi “insan hakları”, “sağlık hakkı”, “cinsel tercih hakkı”, “ifade özgürlüğü hakkı” vesaire haklar konusunda tek satır okumamış, fikri alt yapısı teçhiz edilmemiş ve beynini sadece bir hedefe sabitlemiş kişilerden bunları beklemek beyhudedir.

İşte tam da o nedenle geçen gün sizin acar savunucularınızdan biri; “Bu iktidar gençliği de ne tembel yahu birader! Ne bir slogan, ne bir söz üretiyorlar! Anca ihale işleri…” dediydi. Hemen ardından gördük sosyal medyada! O gençlik Türkçeyi ne güzel kullanıyor, ne özgün üretimler yapıyor. Bu sözleri söyleyen acar savunucuya karşı ne üretken küfürler düştü sosyal medya ajanslarına, inanamazsınız! O ne müthiş kelime hazinesi öyle, o ne harika betimlemeler… Yanılıyorsunuz sayın acar savunucu; sizin gençlik kelimelere takla attırmakta, bel altı tasavvurlarında ve hakaret kelimelerinde müthiş mahir bence… Yanılıyorsunuz!

“Bu hainler hak ettikleri en ağır cezayı alacaktır!” cümlesindeki sorunlu bir diğer husus ise “en ağır ceza” kısmı. Hani yargı ve yürütme ayrı idi bu memlekette… “Cezanın en ağırı” nın alacağını deklare etiğiniz bir yargılama sürecinden nasıl bir sonuç beklenir ki? Yargılayan siz misiniz ki bu kadar pervasız -ve evet arsız- konuşabiliyorsunuz? Hem üstelik, kanunda her suçun cezası belli değil mi ki de siz “en ağır” tanımlamasını kullanmak durumundasınız. “En “ağır” ı olan bir şeyin “en hafif” i de olmaz mı? Biri de çıkıp bunları “en hafif” şekilde cezalandırın derse, mesela? Herhangi bir hakemlik ya da ceza müessesinin verdiği hüküm konusunda bu kafa karıştırıcı söylemden esas kaçınması gereken zevat siz değil misiniz? Zira bu ülkeyi siz yönetiyorsunuz… En sakin, en aklı başında ve konuştuğunu kırk kere düşünen, ucu-sonu nereye varıyor hesap etme makamında olması icap eden siz değil misiniz!

Türkçe ifadeler konusunda en mümtaz numunelerden biri de şu: “Devleti sıfırdan inşa edeceğiz.” Şimdi bu cümlenin neresini düzeltsem ki bilemedim! Azıcık tarih okuyan herkes bilir ki hiç bir devlet tek başına -müstakil- ortaya çıkmamıştır. Her devlet, bir öncekinin bakiyesidir. Onun üzerine yükselir. O nedenle bizdeki ordu kurumlarının nizamiyesinden itibaren, kuruluş tarihi olarak yüzyıllar öncesine atıf yapılır. Üniversitenin, tedrisatın başlangıcı hep bilmem kaç yüzyıl öncesine dayanır. Bu durum aslında tarihçilik de değildir. O ülkenin ne kadar köklü bir geçmişi olduğunun, kurumsal yapılarının ne kadar sağlam bir temele dayandığının göstergesidir.

Elbette isteyen, devleti sıfırdan inşa edebilir. Ama bunun için önce eskisinin yıkılmış olması gerekir. Bu cümleyle eskiyi yıktığınızı da söylemiş oluyorsunuz. Yıkmak kolaydır, zira yapmak zordur. Doksan küsur yıldır; eğri-büğrü de olsa bugünlere gelen düzeni, dokuz saatte yıkabilirsiniz. Ama yenisini yapmak öyle değildir. Çünkü elinizde dil yok, felsefe yok, gençlik yok, yetişmiş eleman yok, ilkeleriniz yok, bir vizyonunuz yok; bolca müteahhit var; o kadar! Kurucu liderin geometri ders kitabı yazdığı önceki devlete bir bakın lütfen… Sizin liderin üniversite diploması bile şaibeli…

Buyurun efendiler, devran sizin! Bize düşen, bunun ne kadar zor ve aynı zamanda manasız bir teşebbüs olduğunu hatırlatmak. Dinleyen dinler… Dinlemeyeceğinizi; olanca gücünüzle pervasız ve hoyratça nefesinizle ağzınızdan tükürükler ve küfürler saçarak karşı çıkacağınızı biliyorum… Memleketi inşaat şantiyesine çevirme konusunda sağlam bir irade gösteriyorsunuz. Sadece sizin dediğiniz olsun istiyorsunuz; başka kimsecikler size karışmasın arzusundasınız. Devleti inşa ederken de sadece siz olasınız istiyorsunuz… Koca bir memleket şantiye, ve yalnızca siz müteahhitsiniz!… Öyle mi?

Ne diyeyim; Tanrı sizi bildiği gibi yapsın… Ama lütfen şantiyenin duvarlarına, başkaları içeri girip işinize karışmasın diye şu uyarıyı da yazmayı unutmayın:
“İnşaat Alanına Girmek KESİNLİKLE Yasaktır!”

Çünkü orası bir tek size ait…

Ya da siz öyle sanıyorsunuz!

Ahmet Faruk ÖZKAN
15 Ağustos 2016