Ali Bulaç, bugün Zaman’daki köşesinde, çok önemli bir konuyu, istihbarata çalışan İslamcıları yat gündeme getirdi. Bulaç yazıyı kendi gözlemleriyle, deneyimleriyle birlikte ele aldı. Bu arada kendisine yapılan teklifi de açıkladı.
İsterseniz önce Ali Bulaç’ın kendisinden biraz söz edeyim. Bulaç, sadece köşe yazarı diye anılacak bir isim değildir. Özellikle 1980’lerde bir kuşağı ağabeyliğini yapmış, İslamcıların sayılı kanaat önderlerindendir. Özellikle o günlerde İrancı diye bilinen grupların büyük saygı duydukları bir kaç isimden en önemlisiydi. Bu anlamda, bugün Zaman’da yazdıkları çok daha anlamlı hale geliyor. Bulaç istihbarata çalışan İslamcıları en iyi bilecek isimlerden birisi.
İstihbarata çalışan ünlü isimler zaman zaman medyanın gündemine gelir. Bu konu hararetli tartışmalara da yol açar. Basın bu meseleyi en son 2000 yılında Neşe Düzel’in Radikal için Cengiz Çandar’la yaptığı röportajdan sonra uzun uzadıya konuşmuştu. Çandar, röportajında istihbaratçı gazetecilere dikkat çekmiş, sözü Milli Güvenlik Akademisi’nde ders alan gazetecilere getirmişti. O tarihlerde Nazlı Ilıcak da konuyu köşesine taşıyarak işlemiş, hatta bir isme dikkat çekmişti.
O günün en ilginç konusu Doğan Grubu’nda görev yapan bir gazeteciydi. Bu üst düzey gazeteci yurtdışında bulunduğu öğrencilik yıllarında istihbaratın ağına takılmış, ajanlaştırılmıştı. O günlerde gazetelere yansıyan detaylardan o ismin Ertuğrul Özkök olduğu düşüncesi oluşmuştu. Ancak Ilıcak bu düşünceye karşı çıkmış, başka bir isme dikkat çekmişti. Ilıcak hedefi tam onikiden vurmuştu.
İstihbaratçı gazeteci konusunu bir ara dönemin ünlü siyasetçisi ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz gündeme taşımıştı. Bir de eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, sitesinde “Siyah” kod adlı bir ajandan bahsetmiş, sonra da bu ajanın kimliğini deşifre etmişti. Eymür’e göre bu ajan gazeteci Fatih Altaylı’ydı ve MİT’in elemanıydı. Tabii bu itham uzun bir tartışmanın fitilini ateşlemeye yetmişti. Konuyla ilgili Avni Özgürel’in bir yazı kaleme aldığını ve değerli katkılar sunduğunu hatırlıyorum.
Şimdi Ali Bulaç kendi tanıklığıyla çok daha önemli bir noktaya işaret etti. İçinde devlet kaçmış İslamcıların, aslında ne zaman, nerede devşirildiğini isim vermeden yazdı. Ancak bu eksik bir ifşaat. Mutlaka isimler açıklanmalı. Mesela “kabiliyetli bir öğrenci, koruyup, kollayın” diye yanına gönderilen öğrenci kimdi? Bunu hepimizin bilmesi gerekir.
Benim konuyla ilgili bir tahminim var: Ali Bulaç’la yolları kesişen isim Yalçın Akdoğan diye tahmin ediyorum. Akdoğan silik bir akademisyenken kitapları Ali Bulaç’la, Yasin Atay’la aynı yayınevinden çıkmış, ismi bir anda bilinir olmuştu. Tabii Hüseyin Üzmez, Kadir Mısıroğlu, Hüseyin Besni, Selahattin Sadıkoğlu, Abdurrahman Dilipak gibi isimleri de unutmamak gerekiyor.
Özellikle Hüseyin Besni, Recep Erdoğan’ın çekirdek kadrosundaydı. Erdoğan’ın bütün şahsi ve aile arşivi Besni’nin elinde ve kontrolündeydi. Yine Erdoğan’ın yakın çevresinde yeralan doktorunun Ergenekon’la bağlantısı ortaya çıkmış, yurtdışına kaçmıştı.
Ali Bulaç’ın bugün yazdıkları uzun uzadıya tartışılmayı hakediyor. Hem de fazlasıyla…