Türkiye’yi 27 Mayıs 1960 Darbesi’ne götüren süreç; 17 Şubat 1960’da Kayseri Yeşilhisar’da CHP ilçe başkanının herkesin gözü önünde DP ilçe başkanına üç el ateş etmesi, yurt gezilerine çıkan İnönü’nün Uşak’ta taşlı saldırıya uğrayarak başından yaralanması, Topkapı’da yine benzeri bir olayı yaşaması ardından 2 Mayıs 1960 Kayseri ziyareti sırasında treninin durdurulması ve buraya sokulmak istenmemesi ile hız kazanmıştır. Takiben başlayan öğrenci olayları ve son olarak meşhur Ankara’daki 555-K mitingi ülkeyi hızla darbeye sürükledi.

Darbenin uluslar arası boyutunu tartışanlar, Menderes Hükümeti’nin Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmaya çalışması gerekçesini önceleseler bile ben şahsım adına Bağdat Paktı (CENTO) sürecinde Türkiye’nin İsrail’den bağımsız politikalarının daha bir titizlikle tartışılması gerektiği kanaatindeyim. Meseleye buradan bakıldığında, 27 Mayıs’ı planlayanların Türkiye’ye verdiği mesaj; “oyunu kuralına göre oynamalısın” mesajıdır. Ayrıca darbeden hemen sonra 235’i general olmak üzere 5.000 civarında subayın Türk Silahlı Kuvvetleri’nden tasfiye edilmesi Türkiye’ye giydirilmeye çalışılan “yeni kimlik” açısından hatırı sayılır bir gelişmedir.

12 Eylül Darbesi öncesi de aynı kaotik ortam söz konusudur. Öğrenci olayları, sağ-sol çatışmalarının sokaklara kadar inmiş olması, İstanbul’da yaşanan Kanlı 1 Mayıs ve MSP’nin Konya mitingi sırasında İstiklal Marşı çalınırken yerlere oturulması, darbeyi meşrulaştıran etkenler arasında idi.

Darbenin hemen ardından Türkiye’de sendikal hareketler ve basına getirilen kısıtlamaların yanı sıra Yunanistan’ın tekrar NATO’ya dönüşüne izin verilmesi darbeyi tetikleyen dış aktörlerin amacına işaret eder. Diğer taraftan Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yine 27 Mayıs’a benzer bir süreç yaşanmış; 12 Eylül Darbesi’nde 397 subay, 176 astsubay, 447 öğrenci asker, 1984 yılından itibaren ise 900’ü 28 Şubat sürecinde olmak üzere 615 subay ve 928 astsubay ordudan uzaklaştırılmıştır.

Türkiye’nin tarihi tecrübesi son dönemlerde yaşananların 27 Mayıs ve 12 Eylül öncesi kaotik ortama birebir benzediği yönünde. Suruç’ta sosyalist gençlerin arasında patlatılan bombalar, HDP’nin Diyarbakır mitinginde yaşananlar, Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik’in cesedinin polis panzeri ile sürüklenme görüntülerinin medyaya servis edilmesi ve son olarak Ankara’daki bombalar “tahrik siyaseti” üzerinden kurgulanmış kaos denkleminin belirtileri.

Bu denklemin hedefi Türkiye’nin tamamı ile ilgili olsa da dizayn edilmiş “kimlik operasyonları” söz konusu. Hedefteki kimlikler; ilk bakışta Kürtler, sosyalist gruplar ve Alevi kesimler olarak kendini belli ediyor.

Eğer söz konusu bu operasyonlar başarılı olur ve tahrikler amacına ulaşırsa, mesela; ülkenin güneyinde başlayacak bir Kürt kalkışmasına birilerinin yapacağı sert müdahale bölgeyi uluslarası başka bir müdahaleye zorlayabilir. Örneğin uluslar arası barış gücü gibi. Bu ise Türkiye’nin bölünmesi yolundaki en önemli adım olacaktır.

Ardından Türkiye’nin diğer bölgelerinde son zamanlarda adı sıkça duyulan paramiliter yapıların, Alevilerin meskun olduğu mahallere ve cemevlerine saldırmaları, hatta cemaatin kurum ve kuruluşlarına fiili müdahaleleri ve yine Suruç ve Ankara benzeri patlamaların büyük şehirlerde yaşanması “kaos teorisyenleri”nin darbe planlarının hayata geçirilmesi olasılığını yükseltecektir.

Bu açıdan bakıldığında ve yine “kimlik operasyonları” üzerinden süreç ele alındığında “ Ankara Patlaması”nı Kanlı 1 Mayıs’a, dünkü milli maç öncesinde Konya’da yaşananları da 12 Eylül öncesinde MSP’nin Konya Mitingi’ne benzetmek abartı olmayacaktır.

Peki, “varsayılmış” bu darbe sürecini Türkiye’nin dış ve iç politikası ile nasıl irtibatlandırabiliriz?

İsrail’in Filistin’de başlattığı yeni şiddet siyaseti, Kuzey Irak’ta Barzani ailesi ile İran destekli Goran Hareketi arasında kızışan rekabet, Rusya’nın Suriye operasyonları, Suriye’nin dört parçaya bölünmesi süreci, bu süreçten çıkarılacak Suriye Kürdistan’ı ve pazılın Türkiye Kürdistan’ı ile tamamlanması niyetleri belirgin bir “bölgesel tasarım fotoğrafı” olarak önümüzde duruyor. Darbe yemiş “kadim Türk Devleti siyaseti” böyle bir durumda eli kolu bağlı hale getirilecektir.

Buna son zamanlarda Türk emniyeti, bürokrasisi ve yargısında yapılan tasfiyelilerin, “bir darbe vasıtasıyla” silahlı kuvvetler kanadını da eklersek, bazı arkadaşlar hedeflerine ciddi ciddi ulaşmış olmazlar mı?