Modernite, miras alınan normlar ve topluluk yapılarını ortadan kaldırarak yerine sonsuz seçenekler ve öznel gerçeklikler sunuyor. Özgürlük olarak kutlanan bu görecelik, sosyal ve ruhsal düzeyde derin bir parçalanmayı beraberinde getiriyor. Eskiden bütünlük sağlayan yapılar—din, millet, aile, hatta toplumsal cinsiyet—artık birer kısıtlama olarak görülüyor. Bu sınırsız anlam denizinde pusulasız ve çıpasız kalan pek çok kişi, özellikle genç erkekler, amaç, topluluk ve ahlaki netlik bulmakta zorlanıyor.
Katoliklik ve Selefilik gibi geleneksel dini akımlar bu duruma belirsizlikle değil, kesinliklerle karşılık veriyor. Catholicism, havarilerden gelen ardıllığın, dogmaların, ritüelin ve Magisterium’un (Kilise Öğretim Otoritesi’nin) sağladığı istikrarı sunuyor. Kültürün ve zamanın ötesinde yer alan ebedi bir düzen öneriyor; inananları kendi anlatılarını yazmaya değil, kutsal bir anlatının içine girmeye davet ediyor. Benzer şekilde, Salafism modern yeniliklerden ya da yerel uyarlamalardan arındırılmış bir şekilde, İslam’ın temel metinlerine ve uygulamalarına dönüş çağrısı yapıyor. İnanç ve davranış için net bir yol haritası sunuyor; bu harita kozmik bir hiyerarşiye yerleştirilmiş durumda.
Bu iki yapı modern sistemlerin nadiren yaptığı bir şeyi yapıyor: itaat, disiplin ve sorumluluk talep ediyor. Ve ironik biçimde, onları cazip kılan da bu. Sürekli kendini kurgulamayı teşvik eden ama ahlaki yönlendirme sunmayan bir toplumda, bu gelenekler tutarlı bir “iyi yaşam” vizyonu sunuyor—benliğin egemen değil, görev, itaat ve ibadet yoluyla kutsandığı bir yaşam.
Masculinity (Erkeklik) de bu çerçevelerde yeniden anlam kazanıyor. Birçok seküler ortamda erkeklik kuşkuyla karşılanıyor, çoğu zaman bir patolojiye ya da ayrıcalığa indirgeniyor. Buna karşılık hem Catholic hem de Salafi söylemler, erkek sorumluluğunu, ruhani liderliği ve topluluk içindeki amacını yeniden onaylıyor. Erkekliğin ağırlığından kaçmak yerine, onu daha geniş bir metafizik anlatının içine yeniden yerleştiriyorlar.
Geleneksel olana yöneliş, tepkisel bir heves değil; sosyal ve ahlaki düzenin çözülmesiyle tanımlanan bir medeniyet anına verilen anlamlı bir yanıttır. Radikal bireycilik üzerine kurulu modern deney başarısız oldukça, bu genç arayıcılar geçmişe kaçmıyor; hakikatin pazarlık konusu edilmediği ve ruhun yalnız bırakılmadığı bir gelecek arıyorlar.
Bu “kaynağa dönüş”—ister kilise (Church) ister Selefi kökler yönünde olsun—hayali bir altın çağı yeniden canlandırma çabası değildir. Yönünü kaybetmiş bir zamanda yeniden istikamet kazanma arzusudur. Ve belki de her şeyden çok, anlamın benlikten değil, ondan çok daha eski, daha yüce ve değişmeyen bir kaynaktan başladığına inanma cesaretini bulma çabasıdır.
Yazar: Sena Atagül