İki yılı aşkın süredir ülkede yaşananlara farklı isimler verildi.
Süreç deniyor, kutuplaşma deniyor ,cemaat iktidar savaşı deniyor.
Adına ne isim verilirse verilsin kirli bir dönem bu dönem ve bu dönem belli özellikleri ile temayüz etmiş bir dönem olarak anlaşılmalıdır.
Sessiz kalabalıklardan ,bir partiye inatla ve her şeye rağmen oy vermekten vazgeçmeyenlerden,
Havuçla satın alınanlardan sopayla korkutulanlardan ve bu yazımızda bahsedeceğimiz bir zulmü ve haksızlığı kınadıktan sonra hemen arkasından “ama” kelimesini eksik etmeyenlerden dolayı uzadıkça uzayan bir süreç.
Ağır ve acı sonuçları var.
Anlaşılmaz ve kirli yollardan ilerliyorlar.
Şiddet korku ve dezenformasyon en önemli yöntemleri.
Kanundan kaçarken her tarafı toza dumana katıyorlar.
Kendi kanunsuz eylemlerinden kurtulmak için kanunsuz binlerde adım atıyorlar.
Yaptıkları kanunsuzlukları belki yargılanmaz kılmak için belki de bir süre daha yargıdan kaçırmak için gidip darbecilerle anlaşabiliyorlar.
Güvenlik bürokrasisinde hınç ve kinle büyük kıyım yapıp ülke güvenliğini tehlikeye atacak yanlış adım atıyorlar.
Belli ki korkuyorlar hatta klişe ifadeyle nitelendirelim hatta dört nala korkuyorlar.
Karşılarına çıkan her yapı ve her insanı şeytanlaştırarak etkisiz kalmayı deniyorlar.
Bunca kirliliği üretenlerin bunca kirli yapıya göz yumup imkan tanıyanların aslında kendi güçlerinden gelmiyor bu korkusuzlukları.
Korkuya talep oldukça yeni korkular ürettiler yeni korkular talep oldukça başka korkular ürettiler.
Bu korkulara talep kadar bu korkulara talep gösteren kitleler kadar küçük büyük menfaatlerle satın alınanları var bu sürecin.
Bir terfi için bir makam için bir ev için ve ihaleler için silinen vergileri için bir ücret karşısında sürecin yanında olanlar.
Birde korkusu menfaati olmadan belli belirsiz nedenlerle susanlar.
Dezenformasyondan dolayı kafası karatıldığı için olayı cepheler arası kavga olarak gördüğü için sessiz kalarak sürecin ürettiği kire ortak olanlar masumluklarına rağmen kir ve kan dolu yataklardan gelerek bu zulüm nehrine karışanlar var.
Ben bunların dışında dördüncü bir zümreyi yazmayı istiyorum.
Sürecin uzamasını ve şiddetini artıran zümre.
Bu zümreye kısaca “ama”cılar diyebiliriz.
Başta cemaat mensuplarının maruz kaldığı sıkıntılar karşısında birkaç küçük itirazdan sora birkaç adım geri çekilerek “ama” ile başlayan cümleler kuran kitleler.
Bu kitlelerin başına Ergenekon ve balyoz başta olmak üzere döneminin önemli operasyonlarını onaylamayalar geliyor.
Burada kitlelerin vermiş olduğu tepkiler ziyadesiyle duygusal sebeplere bağlı.
Bu amacılar içinde masum olarak genel reflekslerden öteye bir bilinç içerisinde ama diyenler var.
Ağırlığı medyada olan bir kısmı politikacı olan eşhas ama derken aslında kitlelerin mağdur edilmiş cemaat mensuplarının olmasının önüne geçmek amacıyla bunu yapıyorlar.
Ağır mağduriyetler ve büyük zulümler yaşayan cemaat mensupları ile havuç-sopacı olmayan diğer sessiz kalabalıkların üretilmiş korkularla sindirilmiş toplulukların arasına bir engel koyuyorlar.
Bir parça korku üretiyorlar.
Bir parça masumiyetti murdar ederek mazlumun yanında olunmalı duygusunu dinamitliyorlar.
Bir parça cemaatin de geçmişteki eylemlerinde kanunsuzluklar olduğunu ifade ederek kaderin adalet ediyor olduğunu öne çıkarmaya çalışıyorlar.
Bunu sinsice yapıyorlar.
Bunu aslında nalına da mıhına da vuruyorum işte diyerek akıllıca yapıyorlar.
Medya mensuplarının içinde bunu bilinçli olarak yapan birkaç kişiden biride Ahmet Hakan .
Cemaatle ilgili tüm yazılarında acımasız biçimde bu amalarla bir bilincin oluşmasına katkı sağladı.
Saldırıya uğramasını elbette amasız biçimde kınıyoruz.
Şiddetin her türlüsüne karşı olduğumuz için dik bir şekilde bu şiddeti lanetliyoruz.
Ama ama demiyoruz.
Ama dememeye çalışırken bu paradoks olarak yazının konusundan kaynaklanan amanın önüne geçemediğimiz halde haki bir tonla amayı bilinç oluşturmanın bir parçası olarak gören kahramanımız dahil hiç kimsenin zerre kadar haksızlığa muhatap olmamasını temenni ediyoruz .
Demokratik kültürün tüm kurum ve unsurları ile hayata geçeceği mutlak yarınlar için her ne koşul ve şart olursa olsun “ama” dememek gerektiğini güçlü bir biçimde vurguluyoruz.