Türkiye’de son on yılda yürütülen siyaset tarzını en iyi özetleyen kelime sanırım ”maşa.” AKP’nin iktidara geldiği günden beri kullandığı çok çeşitli ”maşa”lar oldu hep. Avrupa Birliği süreci bir ”maşa”, Özel Yetkili Mahkemeler bir ”maşa”, referandum süreci bir ”maşa”, cemaatler bir ”maşa”, futbol bir ”maşa” ve hatta bizzat ”muhafazakârlık” ve ”demokrasi”nin kendisi bir ”maşa” olarak işlev gördü AKP iktidarı için.
Unutmamak gerekir ki AK Parti ”survivor” (hayatta kalma) mantığıyla iktidara geldi. Hatırlayın ilk iktidara geldiklerinde bunların ömrü en fazla altı ay olur diye ömür biçilen bir parti AKP. Bu şartlar altında iktidara gelen bir parti de doğal olarak önüne çıkan her fırsatı survivor stratejisinin bir aracı olarak kullandı.
2009 yılına kadar AKP’nin önüne çıkan fırsatları ”maşa” olarak kullanması toplumun değişik kesimleri tarafından olumlandı. Çünkü halk da AKP’nin kurulu düzene karşı survivor stratejisi benimsediğini biliyordu. Bu nedenle de AKP iktidardayken ”mağdur” parti olarak algılandı hep.
Bu süre içinde AKP ”maşa”ların yaptığı iyi şeylere sahip çıktı kötüleri ”maşa”lara fatura etti. Örneğin Ergenekon davalarına toplumsal destek varken ”siyasi iktidar sürecin arkasında” deyip kredi toplamaya çalıştı, toplumsal destek azalınca ”bu işi cemaat yapıyor” deyip cemaatin üstüne yıkmaya çalıştı. KCK davaları için de aynı. Seçimlerden önce KCK davalarına sahip çıkıp milliyetçi oya devşirdi ama entelektüellere ve Kürt çevrelerine ”KCK davalarını polis ve cemaat dayatıyor” diye fatura polise ve cemaate kesildi.
AKP on yıldır izlediği ”survivor” stratejisini içselleştirdi ve bir siyaset anlayışına dönüştürdü. Oysa 2010 referandumundan sonra AKP’nin maşaya ihtiyacı kalmadı.
Bir anlamda 2010 referandumundan sonra yoğun bakımda olan hasta taburcu edildi. Hastanın kendi ayakları üstünde durup yürümesi bekleniyor. Oysa AKP bir türlü koltuk değneklerini atıp kendi kendine yürümek istemeyen hasta gibi davranıyor.
Dahası AKP’nin survivor stratejisi öylesine içselleştirdi ki hayatta kalmak için tutunduğu ve on yıla yakın süre bağımlı yaşadığı, siyasal araçlar ve aktörlerin, (maşaların) halen ”kendisine” bağımlı kalmasını istiyor.
Sorun da buradan çıkıyor. AKP maşa olarak kullandığı, AB sürecinin kendisine bağımlı olarak ilerlemesini, cemaatlerin kendisine bağımlı kalmasını, karantina döneminde bir antidot olarak kullandığı ÖYM’lerin kendisine bağımlı kalmasını, hatta demokratlık ve muhafazakârlığın da bizzat kendisine bağımlı olarak tanımlanmasını ve kendisinin uhdesinde kalmasını istiyor.
AKP survivor stratejisini içselleştirip karantina sonrasına ilişkin bir planı ve kimlik tanımı olmadığından 2010 referandumuyla yoğun bakımdan çıktıktan sonra ilk önce kendi kimliği ”muhafazakâr demokrat”lıkla sorun yaşamaya başladı. Çünkü bizzat bu kimliğin kendisi de AKP’nin survivor stratejisinin gereği edindiği bir ”maşa”ydı. Örneğin yerleşik düzenin ”irticacı” ve ”İslamcı” eleştirilerine karşı kullandığı kimliğinin ”demokrat” kısmıyla açıktan bir çatışmaya girdi. AB sürecinde yaşananlar, 2011 seçimlerinden sonra atılmayan demokratik adımlar ve en son Kürtaj tartışmaları, Başbakanı ve AKP’yi eleştiren her yayının ve her yazara yöneltilen baskılar, bunların bizzat Erdoğan tarafından takip edilip açıkça haykırılması AKP’nin demokrat kimliğiyle yaşadığı sorunları gösteren örneklerden sadece birkaçı.
AKP demokrat kimliğinin özünü dolduracak reformları yapmak yerine topuk selamından demokrasi çıkarmak, YAŞ toplantılarındaki masa düzeninden foto demokrasi çıkarmak gibi ”vitrin demokratlığı”yla kimliğinin pörsüyen demokrat kısmını örtmeye çalışıyor. ”Yargı reformu” yapıyor ama Askerî Yargı’ya dokunmuyor, CMK250’leri değiştiriyor ama İç Hizmet Kanununun 35. Maddesini değiştirmeyi düşünmüyor bile.
Bu açığını da “paşalar bize topuk selamı veriyor” artık “Cumhuriyet resepsiyonuna katılıyorlar” artık “YAŞ toplantılarında Başbakan masanın başında tek başına oturuyor” gibi “foto demokrasi” ya da vitrin demokrasisine indirgeyip halen demokratız imajı vermeye çalışıyorlar. Oysa o imajın altını kazıyınca AKP’nin içselleştirdiği survivor stratejisini aşamamış bir karantina hastası görünüyor.
Yine AKP’nin ”muhafazakâr” kimliğiyle de sorunlar yaşadığı görünüyor. AKP’lilerin muhafazakâr değerlerle uyuşmayan tutum, davranış, beyanları, muhafazakâr ahlak anlayışından her geçen gün uzaklaşmaları, muhafazakâr kimliğin en önemli değeri ”VİCDAN” kavramını giderek unutmaları, muhafazakâr kimliğin taşıyıcısı cemaatler ve dinî gruplarla girilen çatışmalar da AKP’nin muhafazakâr kimliği ile yaşadığı sorunları gösteren örnekler. Bu örnekler kuşkusuz çoğaltılabilir de.
AKP yönetimi muhafazakâr değerler ve aktörlerle ters düştüğünü gördüğü için muhafazakâr kimliğin özü ve esaslarıyla çatışırken ”vitrin muhafazakârlığı”na sahip çıkmaya çalışıyor. Bir yandan kürtaj tartışmasını, bir yandan Çamlıca’ya cami yaptırmak gibi, okullara kuran dersi koydurmak gibi, tam anlamıyla vitrin muhafazakârlığına oynuyor.
Bütün bu tartışmaların özünde sorun şu: AKP karantinada kaldığı süre içinde edindiği survivor stratejisinden bir türlü kurtulamıyor. Bu nedenle de karantina odasında kullandığı siyasal araç ve aktörleri, maşaları, kendi malı gibi sahiplenmek ve kullanmak istiyor ve onlarla sorun yaşıyor.
Bu krizi aşmak için AKP’nin artık kendisine yeni bir kimlik tanımı yapması gerekiyor. Zira bu haliyle AKP ne muhafazakâr ne de demokrat bir parti. Artık AKP’ye ”vitrin muhafazakârı” ve ”vitrin demokratı” demek bile lüks. AKP ne olduğu belli olmayan bir pragmatik ve oportünist bir siyasi obje görüntüsü veriyor.
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...