PKK’nın 2012’yi final yılı ilan edip terörü tırmandıran hamlesi hâliyle tartışılıyor. Bu hamle bize iki şey gösterdi: 1) Devletin PKK karşısında hâlen adam gibi bir stratejisinin olmadığını. 2) Bütün müzakereci tezlerinin teker teker çöktüğünü.
Hatırlayın müzakerecilerin temel tezleri şunlardı:
1) PKK ile müzakere ve barış yapılabilir. Bu argümana karşı ben, PKK’da kimin eli kimin cebinde belli değil. PKK sınır dışına çekilmeden müzakere yapmak risklidir. Eğer PKK müzakerede samimiyse sınır dışına çekilsin. İstedikleri zaman zaten giriyorlar. PKK çekildikten sonra ancak müzakere yapılabilir argümanını savunmuştum.
Bugün geldiğimiz noktada PKK’nın barış yapılmayacak bir örgüt olduğu, PKK sınır içindeyken barış girişimlerini nasıl bombaladığını sanırım müzakereciler bile gördü. Antep bombalamasından sonra artık müzakereciler bile PKK’nın şiddetinin “stratejik şiddet” olduğunu anladı. Dolayısıyla PKK’nın tıpkı şiddeti olduğu gibi “ateşkesi” de “stratejik” gerekçelerle ilan ettiği açığa çıktı. Bu durumda kendi stratejik değerlendirmelerine göre şiddet uygulayan ve ateşkes ilan eden bir örgütün stratejik bir kazanım (silahlı güçlerle bölgeye gelip yönetimi ele geçirmek gibi) elde etmeden barış olması mümkün değil. Bu da müzakerecilerin öne sürdüğü PKK ile barış yapılabilir argümanın çöktüğünü gösteriyor. Eğer PKK şiddeti stratejik bir araç olarak kullanıyorsa barışı hangi stratejik gerekçelerle istesin?
2) Müzakerecilerin ikinci argümanı “Öcalan PKK’ya hâkim onun tek lideri. Ancak onunla müzakere edilerek barış gelebilir”. Bense bu argümanın doğru olmadığını, Öcalan’ın önemli bir figür olduğunu sadece önemli bir figür olduğu için konuşulması gerektiğini ancak Öcalan’a örgüte hâkim tek lider muamelesi yapılmasının yanlış olacağını savunmuştum. Bu süreçte Öcalan’ın PKK içindeki bir koalisyonun bir sözcüsü olduğunu, Öcalan’ın PKK’nın ortak aklı tarafından olgunlaştırılıp kendisine iletilen fikrileri kamuoyuna duyurduğunu savundum. Özellikle PKK içinde şahinlerin olduğunu onların Öcalan’a gündem dayatabildiğini anlattım. Buna karşı müzakereciler Öcalan’da Öcalan diye tutturdu. Geldiğimiz noktada Silvan saldırısı ile Öcalan’ın açık çağırısına rağmen PKK’nın şahinleri Öcalan’a rest çekti ve savaşı başlattı. Bu da müzakerecilerin ana argümanlarından birinin daha çöktüğünü gösteriyor.
Peki, Öcalan ile görüşme yapılmasın mı? Yapılabilir ama Öcalan’ın kapasitesi ve etkinliği abartılmadan yapılmalı ve beklentiler abartılmamalı.
3) “Güvenlikçi anlayış çözüm sürecini ve Kürt sorununu çıkmaza soktu.” Müzakerecilerin bu argümanı da baştan sona sakat bir argümandı. Zira ortada güvenlikçi bir anlayış da yok çıkmaza sokulan bir süreç de. Güvenlikçi anlayış yok zira biz Kürt sorunu ile PKK sorununun ayrıştırılması gerektiğini savunduk hep. Bu nedenle de müzakereciler PKK ile müzakereyi savunurken ben “Kürtlerin haklarını PKK ile müzakere veya mücadelenin rehinesi yapmadan hemen verin. Eğer PKK ile görüşecekseniz riskleri sıfıra indirmek için ön şart koyun ve PKK sınır dışına çekildikten sonra görüşün” argümanını savundum. Bugün geldiğimiz noktada PKK ile müzakereyi savunan müzakereciler bile benim savunduğum tezleri savunmaya başladılar. Oysa aynı müzakereciler beni güvenlikçi anlayışı savunmakla ve “polis kafalı” olmakla suçlamışlardı. Şimdi çok güvendikleri PKK süreci çökertince benim dediğim noktaya geldiler. Bu durumda onlar da “güvenlikçi anlayışı” savunuyorlar demektir. Kürt sorunun çıkmaza girdiği de yok ayrıca. PKK sadece kendisine stratejik gerekçelerle alan açmak için savaşı tırmandırdı. Bu Kürt sorununun çıkmaza girmesi anlamına gelmiyor. Kürt sorunu konusunda hükümet hâlen adımlar atabilir, atmalı da. O konuda açılım adımlarını desteklediğiniz PKK ile müzakere eden kurumlara ve siyasetçilere bildireceksiniz şikâyetinizi.
4) “Kürt sorunu PKK’dan ayrıştırılamaz” bu argüman da baştan sona sakat bir argümandır. Evet, PKK Kürt sorununun sonucu olarak doğmuştur ama bu sorun statik değil dinamik bir sorundur. Bu yönüyle de Kürtlerin temel hakları ile PKK’nın talepleri pekâlâ ayrıştırılabilir. Evrensel haklar ve AB Yerel Yönetimler Şartı üzerinden Kürtlerin hakları verilebilir. PKK bir network olarak Kürt sorununun içinde bir sorundur ama şiddete başvurduğu sürece bu network ayrıkotu gibi ayıklanabilir. Ayrıkotunu ayıklarken başka otlar da sökülebilir ama sorundan şiddeti temizlemek için yapacak başka şey de yoktur.
5) “KCK operasyonları siyasetin yolunu tıkayıp dağın yolunu açıyor. Kelepçe vurularak sorun çözülmez” argümanının ne kadar sakat bir argüman olduğunu, KCK operasyonlarının Kürt baharı başlatmak için kaos yaratmak isteyen PKK’yı önlediğini sanırım müzakereciler bile gördü artık. KCK operasyonlarındaki özensizlik eleştirilebilir ama müzakereciler özensizliği değil tümden KCK operasyonlarını eleştirmişti. Arşiv kayıtları ortada. Gelinen noktada KCK yapılanmasının öğretmen hoca dinlemeden çocukları katleden bir katil network olduğunu sanırım herkes gördü.
Gelinen bu süreçte müzakerecilerin savunduğu tek bir argümanın geçerliliği kalmamıştır. İflas etmiş tezleri bilirsek bir dahaki sefere aynı tezleri yeniden denemeye gerek kalmaz.
Ancak, tüm argümanları çökmüş müzakerecilerin hâlen âkil adam muamelesi görmesi ise sanırım Türkiye’ye özgü bir çelişkidir.
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...