25 Aralık yolsuzluk/darbe davası İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Bakalım medya, ciddi suiistimallerden söz eden polislerin beyanlarına ne kadar yer verecek?

Dönemin Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, 25 Aralık dosyasını 5 ana başlık altında topluyor:

– Birinci Grup: Kamu kaynaklarının, Körfez sermayesi olarak adlandırılan Yasin El Kadı, Muaz Kadı, Usame Kutub için seferber edildiği, bunda Bilal Erdoğan ile Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkanı İlker Aycı’nın etkili olduğu görülmüştür. Yasin El Kadı, yasaklı olduğu dönemde bile Türkiye’ye gelmiş, Tayyip Erdoğan’la görüşmüştür. Suça konu eylemlerinde Tayyip Erdoğan’ın nüfuzunu kullanmıştır.

– İkinci Grup: Liderliğini Latif Topbaş yapıyor. Rüşvet vermek, Kadıköy 3. İcra Dairesince çıkılan ihaleye fesat karıştırmak, Tayyip Erdoğan’ın nüfuzunu kullanarak sit alanlarıyla ilgili usulsüzlük ve Urla villaları bu başlık altında ele alınmıştır.

– Üçüncü Grup: Hakkında teknik ve fiziki takip yapılmasa dahi, Bilal Erdoğan’ın üçüncü grubun başında olduğu tespit edilmiştir. TÜRGEV adına suça konu eylemleri takip ettiği, arazi ve para topladığı tespit edilmiştir.

– Dördüncü Grup: Bazı şüpheli işadamlarının yapılan teknik ve fiziki takibinde, Binali Yıldırım ile ilişkileri ortaya çıkmıştır. Binali Yıldırım’ın kamuoyunda “havuz medyası” olarak bilinen bazı TV ve gazetelerin alınması için onlardan haraç topladığı, Tayyip Erdoğan’ın konuyu hassasiyetle takip ettiği anlaşılmıştır.

– Beşinci Grup: Bu grubun lideri Kalyon İnşaat’ın sahibi Celal Kalyoncu’dur. Etkin biçimde kamu ihalelerini takip etmiş, Karayolları Genel Müdürlüğü yetkililerini de etki altına alarak, ihaleye fesat karıştırdığı tespit edilmiştir.

***

Her ne kadar iddianame bu yolsuzluk soruşturmasına “darbe” diyorsa da, 13. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinin, ileride başlarını çok ağrıtacak bir oyuna âlet olmayacakları umudunu taşıyorum. İddianame okunduktan sonra, sıra Yakub Saygılı’nın savunmasına gelecek. Yakub Saygılı, henüz operasyona dönüştüremediği birçok yolsuzluk dosyasından söz etmişti. Belki onları da açıklayacaktır. Zaten, Bosphorus 360’ı kurarak Etiler Polis Okulu arazisini ucuza kapatma çabaları, tek başına dahi, AK Parti’yi sorumluluk altına sokmaya yeter de artar bile.

***

Peki bu işle Cemaat’in ve darbenin ne alâkası var?

1) Bu yolsuzluk soruşturmasına kumpas diyebilir miyiz? Hayır… Zira olay, tesadüfen elde edilen deliller sayesinde gelişti. Jandarma 2011/2323 sayısına istinaden yürütülen hafriyat soruşturması kapsamında ele geçirilen delilleri, ihale yolsuzluğuyla ilgili görüp, başka bir soruşturmanın konusu olduğu için tefrik ederek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi. Cumhuriyet Başsavcılığı dinleme tapelerini Mali Şube’ye intikal ettirdi. Ve UYAP’a 2012/656 sayılıyla kaydedilen soruşturma başlamış oldu. O tapeler, Bosphorus 360 unvanlı bir şirketin kurulduğunu gösteriyordu. Şirketin resmi olarak Cengiz Aktürk ve eşi üzerinde görülmekle birlikte, gizli ortaklarının Yasin El Kadı’ya vekâleten oğlu Muaz Kadı, Usame Kutub, Abdülkerim Çay ve Bilal Erdoğan olduğu şüphesi doğdu. Şahısların Ortadoğulu yatırımcılara projeler ayarladıkları anlaşıldı; bu projeleri seçerken istedikleri fiyata alabilecekleri ve imar çıkarabilecekleri için devlet arazisini tercih ettikleri izlenimini edinen polis, olayın peşini bırakmadı. Projelerden birinin de Etiler Polis Okulu’nun arazisinin ucuza kapatılması ve orada inşaat yapılması olduğu görüldü.

2) Yakub Saygılı’nın ya da onun yardımcısı Yasin Topçu’nun Cemaat ile ne ilgisi var? Yolsuzluk soruşturması talimatını İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan değil de, Gülen’den mi almışlar? Bu da somut bir biçimde ortaya konulmuyor.

AK Parti, darbeye maruz bırakıldığını söyleyebilmek için, bir yapıyı düşman olarak belirlemesi gerekirdi. O yüzden, sanki Cemaat’in kumpasıyla karşı karşıya kalmış gibi, yoğun bir propaganda yürüttü. Oysa, düpedüz nüfuz suiistimali ve yaygın bir yolsuzluk ağıyla karşı karşıyayız.

BAŞKANLIK İSTEMİ

Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’na aday olmayı kafasına koyduktan sonra, Başkanlık güzellemeleri başladı. Yoksa AK Parti’nin programında ya da Seçim Bildirgesi’nde parlamenter sistemin daha etkili hale getirileceğinden söz ediliyordu. Demek konu Başkanlık değil, Tayyip Erdoğan’ın yetkilerini arttırmak. Daha doğrusu; onun, partisi, dolayısıyla Yürütme ve Yasama üzerindeki fiili hâkimiyetini yasal bir temele oturtmak. Bunun adı zaten Başkanlık sistemi olamaz. Zira, Amerika’da başarılı bir şekilde işlediğini gördüğümüz Başkanlık sisteminin ana özelliği, katı bir kuvvetler ayrılığı. Başkan’ın, hem Yasama üzerinde hiçbir etkisi yok hem de Amerika’da parti disiplini mevcut değil. Başkan’ın bir partiye aidiyeti, o partinin Kongre’deki çoğunluğunu kullanarak Yasama organına egemen olması sonucunu doğurmuyor. İlişkiler gevşek… Ayrıca, ABD’de talimatla ya da korkutma ve sindirme yöntemleriyle yargıyı etkilemek de mümkün değil.

AK Parti’nin önerisinde, Başkan’a Meclis’i fesih yetkisinin verilmesi de, bütün gücü AKSaray’da temerküz ettiren bir sistem arayışını gözler önüne seriyor. Zira, bu husus da, Başkanlık sisteminin önemli bir özelliği olan katı bir kuvvetler ayrılığı prensibine ters düşüyor. Hedef Başkanlık değil, seçilmiş bir diktatör yaratmak ve bunun yasal zeminini oluşturmak.

SEVDA TEPESİ HİKÂYESİ

Kemal Kılıçdaroğlu, TÜRGEV’in Suudi Arabistan Kralı’ndan aldığı 100 milyon dolarlık bağışın, Sevda Tepesi’ndeki inşaatla ilgili olduğunu açıkladı. Nitekim tarihler de tutuyor. Nisan 2012’de Erdoğan Suudi Arabistan’a gidiyor. Sevda Tepesi’ne kralın saray yaptırmak istediğini açıklıyor. 26 Nisan 2012’de Kral Protokol Dairesi, TÜRGEV’e 99 milyon 999 bin dolar bağışta bulunuyor. Kral, Mayıs ayında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvuruyor. Bakan da, Büyükşehir’e yazıyor ve yapılaşma izni veriliyor.

Oysa, Turgut Özal’ın ve Bedrettin Dalan’ın bu hususta teşebbüsleri olmuştu ve Sevda Tepesi’ne istisnai bir düzenlemeyle imar hakkı vermişlerdi. Nurettin Sözen, belediye başkanlığı döneminde yargıya gitti. Anayasa Mahkemesi, Sevda Tepesi’ni imara kapattı.

İşte Sevda Tepesi’nin ve 100 milyon dolarlık bağışın hikâyesi.

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...