Ne çektin  be cemaat !!

Neler başına gelmedi, kimler sana ihanet ve zulüm etmedi.

Önce evlatsızlıkla imtihan oldun, sonra evladınla imtihan oldun. Evladın susuzluk ve yanlızlık ile mücade ederken, sen Nemrutların ateşlerine atıldın.

Sonra kardeşlerin seni kıskandı,hasedleri gözlerini kararttı ve seni kuyulara attı. Seni ölüme terkettiler, babanı evlat acısyla yıllarca ağlatıp gözlerini görmez ettiler.

Kuyulardan çıkarılıp köle olarak satıldın.

Köleyken iftiralara uğradın sonra zindalara atıldın. Zindandan da çıkarılıp, Sultan olunca, kıtlıkla ve kardeşlerini affetme imtihanıyla sınandın.

Yüzyıllar boyunca uyardın aileni kavmini, hakka davet ettin ama inandıramadın kendini. En yakının, hayat arkadaşın bile inanmadı sana, ve gemiler yapıp, sellerle mücadelenin yanında, evladını sel sularında kaybetmenin acısını yaşadın.

Gaflet içinde yüzen şehrinin insanlarını uyarmak istedin, düşman ilan edildin ve mağaralara saklanmak zorunda kaldın.

Sonra denizlere atıldın zifiri karanlıkta, balıklar yuttu seni ama sen ümidini kesmedin. Müsebbibül esbaba yönelip sahili selamete çıktın.

Bazen yaralarla doldu vücudun, kurt bağladı o yaraların. Sabrettin Eyüp misali ve halinden şikayet bile etmedin.

Yine kavmin cahiliyenin bataklıklarında yüzerken, bir gece vakti vazifelendirildin ve kavmini uyarma işine koyuldun. Bir çocuk, bir kadın ve bir erkek ilk sana inandı. Sonra, yılmadan  ve bıkmadan, kavmini doğru yola davet ettin.

Bu yolda malından geçtin, dünyandan geçtin.

En yakınından başladın anlatmaya, ama inanan az çıktı içlerinden ne yazık ki.

Kabe’nin önünde namaz kılarken, başına deve işkembeleri konuldu. Kızın, gözü yaşlı ve mahzun olarak yüzünü temizlerken, “Ağlama kızcağızım, Allah babanı zayi etmeyecektir. ” dedin ve teselli ettin bu yolun yolcularını.

Kendi şehrinin insanları seni anlamayınca, bari Taif’e gideyim dedin.

Taşladılar seni, elin yüzün kanlar içindeyken bile, sana taş atanları helak etmek üzere vazifelendirilen meleğe, “Onların neslinden bir kişi bile, iman edecekse hayır ! ” dedin ve civanmertliğini bir kere daha gösterdin.

Kavmin seni aç bıraktı, boykotlarla seni ölüme terketti. En sevdiklerin ve seni himaye edenleri tektek elinden aldı Allah. Sen yine pes etmedin.

Sana dünyaları verip , davandan vazgeçirmeye çalışanlara, “Bir elime güneşi ,bir elime ayı koysanız da ben davamdan vazgeçmem ! ” dedin.

Sana sahip çıkan ve seni her türlü zorluklara karşı koruyan amcanın, son nefesine kadar sana inanması adına çaba gösterdin. Ve olmayışının hüznünü hep yaşadın hayatın boyunca.

Kavmin seni anlamayınca, şehrini terkedip Hicret etmek zorunda kaldın.  Şehri terkederken, “vallahi kavmim beni mecbur etmeseydi , seni terketmezdim ” yakarışlarıyla hüznünü ilan ettin.

Dişini kırdılar, miğferini parçaladılar. Amcanı şehit edip, göğsünü yarıp kalbini çıkardılar.

Sonra, sırf hakikatleri anlattın ve zulme boyun eğmedin diye, seni susuz bıraktılar Kerbela’da. Bir yudum suyu bile sana vermeyecek kadar insanlıktan nasibi olmayanlar tarafından şehit edildin, kafan kesilerek.

 

Kuyulara attılar, zalim bir halifenin dediklerini yapmadın diye.

Kuyulara atıldın ama pes etmedin. Kuyuların içinde asırları aydınlatacak kitaplar yazdın.

Kırbaçlar altında işkence ettiler ama, sen yine de zalime boyun eğmedin.

Talebelerinle milis kuvvetler kurdun vatanını savunma adına. Harp meydanlarında tefsir yazdın milletinin imanını kurtarma adına.  Harp meydanlarında esir düştün. İmanının gereği olarak boyun eğmeyince zamanın muktedirlerine, seni idama mahkum ettiler. Ama sen bir tek adım bile geri atmadın. Dar ağacına giderken bile, başın dimdik ve fütursuzca yürüdün, seni bekleyen dar ağacına.

Esaretten kurtulup vatanına geldiğinde, seni kahraman olarak el üstünde tutması gerekenler, sana bir eşkiya muamelesi yaptılar.

Seni yanlız bıraktılar, kimse ile görüştürmediler. Dağ köylerine, şehirden uzak yerlere sürdüler.

Ama sen , dağ başlarına çıkıp  yinede davanı anlatmaya ve  haykırmaya devam ettin.

Bazen, yanında bir kişi,  bazen bir kaç kişi yine anlattın ve, “Yaz keçeli ! ” dedin.

Çağın insanının imanını ve ahiretini kurtarma adına yazdın, yazdırdın, çile çektin.

 

Seni hapislere attılar pes etmedin, Zehirlediler pes etmedin. Camı pencesi kırık koğuşlara atıp koğuşuna su bastılar, o dondurucu soğuklarda yılmadın. Ölümle tehdit ettiler, “Ölüm bize bir kurtuluş bileti !” dedin.

Seni attıkları zindanları,  birer Medrese- i  Yusufiye yaptın.

Anlattın ve yaşadın.

En azılı suçluların içine attılar seni özellikle, belki sana bişey yaparlar diye, sen onlarca insanı gözü kırpmadan öldürenlerden, sivrisineği öldürmeyen şefkat kahramanları çıkarttın.

Mezarında bile sana rahat vermediler, mezarını bile bilinmez yerlere alıp senin adını unutturmaya çalıştılar.

Sonra cami pencerelerinde kaldın yıllarca, şikayet etmedin.

Açlıktan bayılacak hale geldin, ama kimseye minnet etmedin.

Yıllarca bir cani gibi arandın, tutuklandın hapse atıldın. Yılmadın ve ümitsizliğe hiç düşmedin.

Aylarca birşeyler anlatacak bir genç aradın şehrin camilerinde, ama hep eli boş döndün, milletinin Allah’tan ve peygamberinden uzak olduğu günlerde.

Ama pes etmedin.

Çektiğin bu çile ve ızdırapların meyvelerini verdi. Yıllarca cami kürsülerinde ruhunun ilhamlarını anlattın halka.

Ve bir altın Nesil yetiştirmenin hülyalarıyla koşturdun yıllar boyunca.

Neslin hem imanını , hem dünyasını kurtarma adına evler, yurtlar okullar açtın. Bir kanadında ilim ve fen, bir kanadında din ve iman olan, çift kanatlarıyla, üveykler gibi ruhunun ufkuna pervaz etmesi adına insanların.

Sığmadın dünyalara açıldın.

Bazen Sibirya’nın dondurucu soğuğunda kulağın düştü, kulaksız kaldın.

Kimi zaman Afrika’nın çorak topraklarında evladını kaybettin, evlatsız kaldın.

Sana deli diyenlere inat, kuyular açtın, güller yetiştirdin o çorak topraklarda.

Hastahaneler kurdun, insaların gözlerini açtın, yetiştirdiğin her biri iyilik meleği doktorlarınla.

Kalbindeki sevgi tohumlarını  bıraktın kupkuru topraklara, ve gözyaşınla ve alın terinle suladın o bıraktığın tohumları. Yıllarca bir kuluçka sabrıyla büyüttün o sevgi çiçeklerini. Ve sevgi olimpiyatları yaptın, her ülkeden birer sevgi çiçeği koyarak milletine sundun her sene.

Kaderinde olan anlaşılmamak, senin peşini yine bırakmadı. Anlaşılmadın kendi milletin tarafından.

Dün sana methiyeler düzenler seni terörist ilan etti. Dün okullarına çocuklarını vermek için yarışanlar, sana hakaret etme ve seni yok etme savaşına girdiler.

Yolundan gittiklerin gibi, amcan anlamadı, kardeşin sana kin besledi, bazen hanımınla , bazen evladınla imtihan edildin, karşı karşıya geldin. Her el uzatman ve anlatmanda daha fazla kine sebebiyet verdi.

Sen de, dedelerin gibi susuz bırakılma tehditleri, seni yok etme tehditleriyle karşı karşıya kaldın.

Vicdanın kanadı, kan kustun ama yılmadın, boyun eğmedin zalime , teslim olmadın zulmün karanlığına.

Ve sen de, yurdundan, vatanından kopmak zorunda kaldın yıllar sonlar yolundan gittiklerin gibi.

Evet,  madem bu yola bilerek ve isteyerek girdin,  bu yolun çilesini bilecek ve kabul edeceksin.

Bu yol; kardeşlerinin attığı kuyulardan, iftiraya uğrayarak girdiğin zindanlardan geçiyor.

Önüne bazen aşılmaz denizler çıkacak, bazen dikenli yollar, bazen ateşler çıkacak.

Madem çıktın bu yola, bazen evladından, bazen yurdundan , bazen de özgürlüğünden olacaksın.

Madem girdin bu yola, bu yoldan dönmeyi, döneklik bileceksin.

Ayağına dikenler batsa da, umursamayacak ve yoluna devam edeceksin.

Yolun uzun ve zorlu.

Allah yardımcın olsun.

 

Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…

Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.

Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...