YENİ Hayat yazarı Nazif Apak bugün oldukça ilginç bir yazı yazdı. Gazetecilerin nasıl sindirilip şikayetçi edildiğini anlatan Apak atanmış savcıların paralel tuzaklarını anlattı: Çok ünlü bir gazetecinin bir gün telefonu çalar. Karşısındaki, kendisini cumhuriyet savcılığından aradığını söyler. Meseleyi izah eder. Önemli bir soruşturma için kendisini savcılığa davet eder. Verilen tarihte, yazar savcılığa ulaşır. Merak içindedir. Olay kısa sürede netleşmeye başlar. Usulsüz dinleme iddialarına dair listede adı mağdurlar arasında geçmektedir. Savcı Bey’in bol imalı, kesin kanaatli ve apaçık yol gösterici (!) telkinleri sona erince asıl soruya geçilir: ‘Davacı mısınız, ‘paralel yapı’dan şikâyetçi misiniz?’
Yılların eskitemediği yazar, hiç tereddüt göstermeden ‘Hayır’ cevabını yapıştırır. Savcı şoke olmuştur bu yanıt karşısında. Daha önce pek çok yazara benzer bir sunum (!) yapmış, hemen hepsinden de şikâyet dilekçesi almıştır çünkü. Konuyu biraz daha derinleştirmek istese de yazar ‘Ben her dönemde dinlendim. Bu dönemde dinlenmemi de normal karşılıyorum.’ deyip adliye binasından ayrılır.
Ergenekon davasında yargılanan bir kişi yazara ulaşır. Neden şikâyetçi olmadığını sorar. Ona da anlatır. Kendisinin ‘Kürt sorunu’na yakından ilgili duyduğunu, bu sorun ile ilgili pek çok programa katıldığını; dolayısıyla kendisinin devletçe dinlenmesini normal karşıladığını söyler. Bir de ekstra bir yorum yapar: ‘İyi ki de dinliyorlar; yoksa Kürt sorunu ile ilgiliyim diye bir gün hain ilân edilirim’. Karşısındaki şahıs ‘İyi de senin dinlenmen Kürt toplantıları, programları, konferansları ile ilgili değil ki. Seni filan tarihte dinlemeye başlıyorlar..’ deyince yazarın beyninde şimşekler çakıyor.
Dinleme tarihi ilginç bir takvim yaprağını işaretliyor. Meğerse Başbakan Erdoğan’ın meydanlardan kendisine ağır sözler söylediği günlerin hemen akabinde dinleme işlemi başlatılmış. Yani? Meselenin ‘paralel’ ile ilgisi yok. Birileri kürsüden, manşetten, köşelerden kendisini hedef gösterir göstermez takip başlatılmış; çok sonraları işler karışınca bazı bürokratların ismi üzerinden paralel algısına dönüştürülmüştür. Dinleme işi bizzat siyasi iradenin eseridir…
Olay tekil değil. Her gazeteciye ayrı senaryo ama aynı şikâyet dilekçesi. Mesela eski bir yayın yönetmenine, ‘Seni bile dinlemiş bu adamlar’ deniyor; ama asıl dinlenenin kendisi değil Suriye asıllı bir gazeteci olduğunu söylemiyorlar. Esed yönetimine çok yakın gazetecinin yıllardan beri devlet tarafından nasıl sıkı takip edildiğini herkes bilir aslında. İsmail Cem Dışişleri Bakanı iken Washington’da gazetecilere perde arkası bilgi vermişti de bu Suriyeli gazeteci odaya alınmamıştı mesela…
Bir başka ünlü köşe yazarına var olmayan belge sundular mesela. Güya savcının elindeki belgede ‘dönemin başbakanı’ yazıyor ve Erdoğan anlatılıyormuş. O belge sahte çıktı. Hiçbir fezlekede öyle bir tabire rastlanamadı; ama o yazar korkutulmuş, ürkütülmüş oldu. Gerçi o da ‘cemaat’ten öteden beri haz almadığı için o iddiayı araştırma soruşturma lüzumu duyamadan savcının gösterdiği havuza hemencecik atlayıverdi…
Bir de ödü koparılmış adamlar oldu bu süreçte. Listesi uzun ama biri var ki o ‘Top Ten’e kesin girer. Tanırsınız; vaktiyle cemaat içinde sözcü havalarına girmiş biriydi bu. Adamı eski milli mücadeleci abileri öyle sıkboğaz etti ve Ankara’da öyle hırpaladılar ki alelacele genel yayın yönetmenine ulaştı. Bana anlatıldığına göre o sırada yönetmen yayın toplantısındaydı ve masanın etrafındaki herkes konuşulanları duyuyordu. Titrek sesi ile ‘Ekrem seni de beni de alacaklar’ derken ağlak adamın felç geçirdiğini sanmış çocuklar. Hayatı boyunca nefret ettiğini hiç gizlemediği Erdoğan’a güzellemelerden sunak yapması ve yıllarca hürmette kusur etmediği insanlara vefasız ve saygısız laflar sarf etmesi boşuna değil yani. ‘Ben sizin gibi genç değilim, hapislerde çürüyemem.’ demen ve torun tosunların arkasına sığınman anlaşılır da; bunu yaparken kamuoyu önünde efelenmen gerekmiyor ki. İşin aslı nasıl olsa anlaşılır bir gün…
Yanıltılanların, korkutulanların yanında menfaat uğruna kendi ruhunu satışa çıkaranlar da var. Onlar daha feci durumdalar. 200 bilmem kaç bin liralık borcunun ödemesi karşılığında gizli tanık olan adam ortada gazeteciyim diye dolaşıyorsa, boyundan bosundan utanmıyorsa sözlüklerde sıfat olarak kullanılacak kelime tükenmiş olmalı…
En veciz sözü pilotlar söylermiş bu konuda: Hiç bir uçak havada sonsuza kadar kalamaz…
Haberimizi okuduğunuz için teşekkürler…Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...