Mahsun Kırmızıgül’ün “New York’ta 5 Minare” filminin ismini andırdı başlığımız. İçerik benzer olunca bu başlığı tercih ettim. Hatırlarsanız New York’ta 5 minare filminde polis olan karakter, sözde radikal bir dinci teröristi teslim almak için New York’a gidiyordu. Ancak görünenin aksine masum bir insanı kendi kan davası uğruna iftira attığı ve suçsuz bir insana terörist muamelesi yapıldığı ortaya çıkmıştı.

Günümüzde yaşanan süreç bu filmde geçen iftiralardan belki onlarca kat daha fazla. Masum insanlar bizzat muktedirler tarafından ortaya atılan bin bir iftira ile mücadele etmek zorunda kalıyor. Nasıl ki Mahsun Kırmızıgül’ün canlandırdığı karakter kişisel kin ve düşmanlık için emniyet teşkilatını manipüle ettiyse günümüzde ki muktedirler daha fazla güç ve imkânın verdiği rahatlıkla tüm topluma kin ve düşmanlık duygularını kusuyorlar.

Cemaatinden akademisyenine, Polisinden gazetecisine, Esnaftan ya da ev hanımından memura kadar toplum içerisinde bu kin ve düşmanlık yüzünden zarar gören masum insanların sayısı etkileşimlerle beraber milyonları buluyor. Bitmek tükenmek bilmeyen bu kin ve düşmanlığın aslında bir görünen birde görünmeyen iki yüzü var. Görünen ve topluma sunulan şekli ile paralel yapının darbe teşebbüsü gibi yalanların yanı sıra görünmeyen ama sonradan ortaya çıkan rant kapıları olduğunu fark ediyoruz.

Tüm toplumu 2 senedir esir alan kin ve düşmanlık furyasının içerisine bugünlerde bir yenisi daha eklendi. Yeni düşmanın adı ODTÜ oldu.

Önce mescit tartışmaları baş gösterdi. Hatta mescit istedikleri için dayak yiyen bir grup olduğu haberleri sahte fotoğraflarla medyayı süsledi. Ardından Türkiye yaklaşık 10 gün süren bir siber saldırı ile karşı karşıya kaldı. Bazı devlet kurumları ve bankaların sistemleri çöktü, yaklaşık 1 milyar liralık zarar oldu. Hemen hemen her ülkenin başına gelebilecek bu olayın faturası ise sadece ODTÜ’ye kesildi.

En yetkili ağızdan ” Namaz kılmak isteyen gençler dövüldü hesap sorulmalı” denildi. YÖK göreve çağrıldı. Yine siber saldırılar sonrasında sanki tüm milli güvenlikten ODTÜ sorumluymuş gibi hedef tahtasına bir tek ODTÜ oturtuldu. Geçmiş olaylarda olduğu gibi Havuz yazarları hep bir ağızdan ODTÜ demeye başladı.

Namaz kılamadıkları için ODTÜ yönetimi din düşmanlığı ile suçlandı. Topluma namaz kılması engellenen bu üniversiteye artık gerekenin yapılması gerektiği söylendi. Zaten Siber saldırıda ki faturada tamamen bunlara kesilmişti. Artık internetin domain, İP yetkileri ve serverların millileşmesi gerektiği söylenip namaz düşmanı bu üniversiteye gerekenin yapılacağı topluma sunulmuş oldu.

Zaten yıllardır alışık olduğumuz bir durum önce suç at sonra itibarsızlaştır ardından milli ve manevi değerler öne sürülerek kontrol altına al.

İşte bu ODTÜ meselesinin görünen ve halka sunulan yönü buydu. Bir de görünmeyen ancak gerçekleştirilmek istenenlere bakalım.

Öncelikle ODTÜ’de namaz kılanlara karşı dayak olayı yok. Belli başlı bazı gruplar arasında yaşanan bir arbede var. Dayak olayının ise Provokatif olduğu oldukça açık, sosyal medyada kullanılan görseller sahte.

Mescit yok açıklamaları ise inandırıcı değil çünkü ODTÜ içerisinde biri cami olmak üzere tam 15 tane mescit var. Belki bazılarının uzaklığı ya da küçüklüğü tartışılır ama pekâlâ bunlar konuşularak çözülecek mesele iken, Topluma “Namaz kılmak istedikleri için dayak yediler” sunumunun verilmesinin arkasında iki gelişme var.

Birincisi İsrail ile yaşanan anlaşma ve dostluk mesajları yüzünden kaybedilen imajı örtbas etme ikincisi ise ODTÜ yönetimini kontrol altına almak için milli manevi değerleri kılıf yapma yatıyor.

Siber saldırı sonrası bir tek ODTÜ’yü suçlamakta manasız, çünkü ODTÜ’ genel olarak domainlerin yönlendirmesini ve İP numarasını sağlama görevlerini üstleniyor. Türkiye’de bulunan tüm internet ağına sağlanan güvenlik duvarından tek başına sorumlu değil.

Genelkurmay’dan MİT’e devredilen GES sistemi bile ODTÜ’de bulunan güvenlik duvarlarından daha etkin konumda. Ayrıca yine Türk Telekom’un sahip olduğu alt yapı ve kontrol altına aldığı server sistemleri ODTÜ’den daha hayati öneme sahip. Madem milli olması gerekiyor o halde Türk Telekom neden Araplarda ayrı bir tartışma konusu.

Peşinde oldukları asıl mesele domain ve ip yönlendirmelerinin olduğu yetkiler. Çünkü bunu kontrol altına aldıklarında ister Türkiye genelinde isterse bölgesel olarak çok rahatlıkla sansür uygulaması yapılacaktır. Bazı şehirler rahatlıkla internette gezerken bazı şehirlerde isterlerse hiç bir çıkışa müsaade etmeme yetkileri olacaktır. Diledikleri siteleri, istedikleri şehirlerde yasaklama imkânı olacaktır.

İnterneti zaten TİB üzerinden kontrol altına alıyorlardı diyeceksiniz, ancak yeterli değildi. Tam olarak kontrol altına alma istekleri gerek bölgesel gerekse Türkiye genelinde sansür uygulama alanına sahip olma istekleridir.

Kısacası her zaman ki hikâye!

Milli ve manevi değerleri öne sür ve her şeyi kontrol altına al. Rant nasılsa bir şekilde gelir.