Başlığa çıkardığım soru son dönemde en fazla duyduğum soru. Bu soruyu soranlar da umutsuzluğa kapılan, AKP’ye karşılıksız destek vermiş ama kendisini aldatılmış hisseden önemli bir kesimin sorduğu ve cevabını aradığı soru.
Örneğin bir okur şöyle yazmış: “Kurulduğu günden bu yana AK Parti’ye oy vermiş nadir emekli subaylardan biriyim. …Bu son durum karşısında ben de 3-4 aydır eşimle birlikte düşünüyoruz. Evet artık AK Parti’ye oy vermeyelim diyoruz. Ancak kime oy vereceğimiz, takip edeceğimiz ve destekleyeceğimiz konusunda ne yazık ki bir kararımız oluşmuyor. Tüm olanlara karşı yine de seçim olsa AK Parti’ye mi oy veririm şu an emin değilim.”
Twitter mesajları da dahil benzer yüzlerce mesaj okuduğumu söyleyebilirim. Bu mesajların ortalaması bize şunu söylüyor: Üç dönemdir kurulu düzene “alternatif” olduğu için oy verdiğimiz AK Parti artık “alternatifsiz” olduğu için oy vermek mecburiyetindeyiz. Alternatifi olsa oy vermeyiz.”
Sanırım AKP stratejilerinin de güvendiği nokta burası. Onlar da “seçmen bize mecbur” düşüncesi nedeniyle hem bu kadar hoyrat, hem bu kadar kaygısız hareket ediyorlar. Seçmeni memnun etmeye çalışmıyor mecbur ediyorlar. Alternatifsizliklerini sürdürmek için, alternatif olabilecek siyasi figürleri, Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi, transfer edip tek parti tek adam konumunu sürdürmek istiyorlar. Siyaseten bu anlaşılabilir, çok akıllı bir hamledir. Zira seçmeni memnun etmek, seçmeni mecbur etmekten daha zordur. Bu nedenle AKP üçüncü döneminde seçmeni köklü reformlarla memnun etmek yerine seçmeni kendine mecbur edecek hamleler yapıyor.
Öbür yandan da devleti memnun etmeye çalışıyor. Sırf askerler istedi diye tabanının sert muhalefetine rağmen Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırıp, askerlere ve bir takım bürokratlara dokunulmazlıklar bahşetmesi başka bir şekilde açıklanamaz.
Türkiye siyasetini izleyenler bilir ki bir partiye seçmen “ehven-i şer” olduğu için oy vermeye başlarsa bir siyasal kriz yakın demektir. Zira partiler krizi önleyecek köklü değişimleri yapmazlar ve kriz gelir o değişimi kendisi yapar. Bu Özal’ın ANAP’ında da böyle oldu, Erbakan’ın Refah Partisi’nde de, Demirel’in DYP’sinde de böyle oldu. En son 2002 krizi tam da böylesi bir krizdi.
Bu nedenle “peki biz kime oy vereceğiz?” sorusu aslında bir krizin ayak sesleridir. Zira seçmeni memnun etmek yerine mecbur eden yöntemler ilelebet sürdürülemez. Bu krizin ne kadar yakın zamanda çıkacağını bilemem ama bu kriz çıkar ve işte bu soru o zaman karşılığını bulur.
Kriz tellallığı yapmak istemem ama önümüzdeki sürece baktığımda muhtemel bir siyasal krizi tetikleyecek üç önemli alan görüyorum. Bunlardan ilki Kürt sorununun artık iyice yönetilemez olması olasılığı. AKP Kürt sorununda proaktif tutum geliştiremediği için krizi veya süreci yönetme inisiyatifi elinde değil. AKP’nin geleceği bir anlamda PKK ve Öcalan’ın elinde. Dahası AKP çevresine yerleşmiş bir takım liberal aydınlar AKP’yi hızla bu noktaya doğru sürüklüyor. Kriz durumunda bu pozisyon AKP’yi bir anda boşluğa düşürecek bir pozisyondur. AKP giderek bu noktadan gelecek bir krize karşı daha da kırılgan hale geliyor. Dolayısıyla Erdoğan iktidarının sonunu getirecek alan açılıyor.
İkinci kriz alanı uluslararası siyasetten gelir. Özellikle Suriye-İran krizi giderek yönetilemez hale geliyor. Erdoğan Esad’ı değiştirmeye giderken kendi koltuğundan bile olabilir. Özellikle Suriye krizi böyle devam eder Esad birkaç yıl daha iktidarda kalırsa, PKK’yı destekleyip Türkiye’de istikrarsızlığa yatırım yapması kaçınılmaz. PKK’nın saldırılarına açık hale gelen Türkiye, Ortadoğu’da güvenilmez, kendi vatandaşını ve menfaatini bile koruyamayan, boş konuşan bir ülke konumuna düşer.
Bu da Erdoğan’ın Davos krizinden bu yana yaptığı yatırımın bir anda bitmesi demek. Kısaca Erdoğan Esad’ı devirmeye giderken Suriye süreci uzadıkça ayağının altı kayganlaşıyor. Bu alan da yine Türkiye için kırılgan bir kriz alanına dönüşebilir.
Üçüncü kriz alanı Cemaat-AKP krizi. Şunu net olarak ortaya koymak gerekiyor. AKP, cemaati kendisine karşı tehlike gördüğü için cemaate karşı operasyon yapmıştır. Bunun için Erdoğan emrindeki MİT’e talimat verip cemaati fişletmiştir. Cemaat de buna karşı savunma refleksi geliştirmiştir. Bu bağlamda ilk hamle olarak Erdoğan ve AKP’ye olan güven sıfırlanmıştır. Cemaat kendini korumak için hamleler yapmıştır. Artık AKP-cemaat ilişkisi bir güven zemininden güvensizlik zeminine kaymıştır. Aynı güvensizlik duygusu AKP’nin cemaate karşı duygularında da mevcuttur.
AKP’nin cemaate karşı giriştiği hamle ilişkinin zeminini kaydırdığından bu zemin sürekli kriz üretecek bir zemindir. Bu zemini dışarıdan verilen gaz daha da kaygan hale getirmiştir. Bu ilişkinin yeniden güven zeminine çekilmesi de artık neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde AKP siyasal bir krize karşı çok daha kırılgan hale gelmiştir.
İşte bütün bu kriz alanları önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde somutlaşıp kristalleşerek bir siyasal sonuca evrilecektir. Bu süreçte Erdoğan’a karşı çıkacak toplumun değişik kesimlerine hitap edecek bir aday, AKP tabanında var olan “Peki biz kime oy vereceğiz?” sorusunun cevabını netleştirecektir.
Okuduğunuz bu metinler sesi kısılan, nefesi kesilen insanların sesine ses, nefesine nefes verme çabası. Bu çaba, karınca kararınca Nemrut'un ateşine karşı "yerimiz belli olsun" çabası. Bu çaba, 'zalim zulmederken sen ne yaptın?' diye sorulduğunda "dik durdum" deme çabası. Bu çabanın devam etmesini isteyen dostlarımız aşağıdaki ürünü alarak destek verebilirler. Desteğiniz için yürekten teşekkürler.
Bu yayınların devam etmesi için verdiğiniz destek için çok teşekkürler...