Sistematik İşkence Bir “Soykırım” Suçudur!

Temel insan hakları, herhangi bir kişinin “insan” olarak doğması nedeniyle, daha en baştan sahip olduğu hakları ifade eder. Bu hakların uygulanması ya da hayata geçirilmesi için herhangi bir otoritenin iznine ya da onayına lüzum yoktur. Yaşama hakkı, işte bu insan haklarının en temelidir. Adil yargılanma, kötü muameleye maruz kalmama ve insan onuruna yaraşır muamele görme gibi haklar da bu temel çerçeve içinde değerlendirilir.

Bu temel insan haklarının ihlal ediliyor olması, bu ihlali gerçekleştiren kurumu, devleti ya da otoriteyi sorumluluk altına sokar. Hele bu ihlaller belli bir sistematik yöntemler dahilinde gerçekleşiyor ise “soykırım” suçu olarak değerlendirilir. Türkiye’deki sağ kesimin “soykırım” kelimesini kafasında canlandırma şekli, zannımca içinde bolca kan ve insan cesetleri olan berbat bir korku filmi sahnesine benziyor. Oysa uluslararası toplumun kabul ettiği “soykırım” bu tabloyu olabilecek en uç durum olarak kabul etmektedir. Bu konudaki en geçerli ve somut belge Birleşmiş Milletler‘in 1948 tarihinde kabul ettiği “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” dir. Türkiye bu sözleşmeyi 1950 yılında “imzasız taraf” olarak kabul etmiştir.

Görüyoruz ki Türkiye dünyadaki en ilginç ülkelerden biri. Aslında burada “saçma” demek isterdim ama milliyetçi duyguların fazlasıyla galeyana geldiği bu ortamda sözlerimi bir basamak alttan ifade etmenin daha uygun olacağını düşünüyorum. Neyse, bu “ilginç olma” halinin bir örneğini de yukarıda bahsi geçen insan hakları ve soykırım meseleleriyle ilgili tutum almalarda görüyoruz. İnsan hakları konusunda dünyadaki ilk manifestonun sahibi olan bir peygamberin yolundan gittiğini iddia edenler, maalesef Türkiye’de senelerdir bu konulara hiç ilgi duymamışlardır. İlgi duymamak şöyle dursun hatta bu konudaki çabaları, eylemleri ya da olayları görmezden gelmişlerdir. Bu ülkede Güneydoğu başta olmak üzere nice insan, devletin resmi asayiş ve adalet kurumlarının koruması altındayken kaybolmuştur, ölmüştür. Binlerce örnek var ama mesela gazeteci Metin Göktepe olayı. 1996 yılının henüz başında gözaltındayken işkenceyle öldürülen bu insanın durumu, neredeyse tüm sağ basın tarafından görmezden gelinmiştir. Oysa işkence, bir insan hakları sorunudur. Kime yapılırsa yapılsın; bir insanlık suçudur. Bu suça alet olanların en ciddi şekilde cezalandırılmasını gerektirir.

Bazı kelime ve sembollerin yalnızca sol kesimin kullanımına bırakılması, maalesef Türk aydınının en büyük ayıplarından biridir. Hizmet-cemaat-örgüt (hangisini kullanmayı tercih ederseniz) ile bağlantılı kişilerin en büyük eksiklerinden biri de işte burasıdır. Çevremde bu gruptan bildiğim-tanıdığım pek çok insanın yanında bu konuları açtığımda “böyle entel konularla ilgilenmeye ne lüzum var!” şeklinde ne çok tepki aldım. Sadece bu grupla da alakalı değil elbette, bu konu memleketteki tüm sağ camianın sorunu. Örneğin bugün gözaltında şeker komasından öldüğü söylenen ve muhtemelen işkenceye maruz kalmış olan öğretmenin durumunu ele alalım. Ailesine cesedi bile verilmiyormuş! Ona bu muameleyi yapanların elleri kırılsın. Ama lütfen buraya dikkat edin; koskoca bir ülkede, bu olayı gündeme getiremiyorsunuz. Haydi çeşitli sebeplerle solu geçtik; fakat sağ kesimden hiçbir basın-yayın kurumu da bu olaya duyarlı değil. Çünkü bu konu onların gündeminde, ilgi alanında olan bir şey değil! Hiç bir zaman olmadı ki… Çünkü bunun için gerekli olan, düşünsel altyapısı oluşturulmuş ilkesel bir tutumları yok. Çok acı ama, yok! Herhangi bir temel ilke yok bu kesimde! Öte yandan, kim bilir daha nice işkenceler, zorlamalar ya da genel tabirle “insan hakları ihlalleri” oluyor bu ülkenin karanlık köşelerinde.

Senelerdir kafamda şekillenen bir görüşü artık dillendirmenin zamanı geldi. Hizmet-cemaat-örgüt (hangisini kullanmayı tercih ederseniz) denen yapının, sağ kesimle ve sağ düşünce sistematiği ile yollarını kesin bir şekilde ayırması lazım. Gerçi, muhtemelen yollar ayrıldı ama önemli olan düşünsel alt yapı bağlamında da bunun gerçekleşmesi. Yaşadıkları nice “insan hakları ihlalleri“ne duyarsız kalan, bu zulümleri tasvip eden ve  hatta onların “lağım fareleri gibi bir köşede” ölmelerini arzu eden bu faşist düşünce yapısıyla yıllarca yan yana ve kol kola idiler. Hatta kendi basın-yayın kurumları da aynı hataları tekrarladı durdu yıllarca. Zamanında “entel-dantel işler bunlar” diye burun kıvırdıkları meselelerin, aslında ne kadar hayati konular olduğunu yaşayarak görüyor olmak ne acı.

Yılmaz bir insan hakları savunucusu olarak benimkisi ilkesel bir yaklaşım. Yıllardır yaptığım gibi yine haykırıyorum. İşkence, kötü muamele ve adil olmayan yargılama kime yapılırsa yapılsın, bir insan hakları ihlalidir; ve suçtur! Bu suçun sistematik olarak işleniyor olması ise soykırımdır. Lütfen herkes aklını başına alsın. Bu muameleye maruz kalanlar, bunun bir insan hakları suçu olduğunu bilmiyor olabilirler; ama onlar bilmiyor ya da seslerini duyuracak kimsecikler yok diye zalimce uygulamalar yanınıza kalacak sanmayın.

Benim ülkemin adını “soykırım” la yan yana getirmeye kimsenin hakkı yok! Ama ne yazık ki soykırım suçunun işleniyor olduğuna dair bazı emareler var!

Lütfen; yazık etmeyin bu ülkeye ve bu ülkenin insanına

 

Ahmet Faruk ÖZKAN

6 Ağustos 2016